Her başlangıcı olanın bir nihayeti vardır.
Varlık âlemine gelişimiz kendi inisiyatifimizle olmadığı gibi, bu dünyadan ayrılışımız da kendi elimizde değildir.
Bize tevdi edilen ömür içerisinde, ne zaman ve ne şekilde sonlanacağını bilmediğimiz bir hayatı yaşarız.
Hayatı bize verilen bir emanet olarak görür, yaşadığımız hayatı anlamlı kılacak çaba içerisinde oluruz.
Ölüm, bir nefeslik ötedeki geçiş noktasının ismidir; nefeslerimizle geri sayarken sona, nefslerimizi ıslah etmenin, arındırmanın içerisinde olmamız gerektiğini fısıldar yüreğimizin kulağına.
Ahirete iman ediyor olmamız hasebiyle, hâl, hareket ve tavırlarımızı; düşünce ve eylemlerimizi bu hakikatten hareketle şekillendirmeye çalışırız.
Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmenin bizi ıslah edici boyutunu göz önünde tutarız.
Bu cihetiyle ölüm dünya toprağına atılan tohumun meyveye duracağı günlerin habercisi olur bizim için.
Dünya hayatının kendisine çeken, bizleri aşağı alan boyutu karşısında tekrar gözümüzü ölüm ve ötesine diker, gelmesinden kesinlikle şüphe etmediğimiz hesap gününde hesabımızı yüzümüzün akı ile verebilmenin hissiyatına bürünürüz.
Bazı zamanlar gündeme tüm ihtişamıyla oturuverir ölüm.
O konuştu mu herkes susar.
Hayatın geçiciliğini o kadar güzel anlatır ki!
Hayata aşırı bağlanmanın ne kadar da beyhude bir tavır olduğunu; dünyayla ilişkimizin ne kadar da haddinden fazla kurulduğunu; ahireti kimi zaman ne kadar da çok unuttuğumuzu.
Hafıza-i beşer nisyanla maluldür.
İnsan unutur.
Kimi zaman unutulmaması gereken şeyleri de unutur, ölüm ve ötesi gibi.
Ölüm bu cihetiyle en güzel nasihattir; öğüt almaya açık olabilene.
Kendi varlığımızı; nereden gelip nereye doğru gittiğimizi, ne yaptığımıza dair soruları kendi iç dünyamızda sordurur.
Verdiğimiz kararlarla, geleceğe dair hesaplarımızla sanki hiç ölmeyecekmiş gibi davranırız kimi zamanda.
Oysaki, yakın tanıdıklarımızın ölüm haberi bizlere ulaştığında, tekrar neye ne kadar önem verdiğimize, neler yaptıklarımıza dair sorgulamalar oluşur iç dünyamızda.
Dünyaya dönük hesaplarımız hiç bitmez.
Bizler yarınları kovalarız, yarınlar yarınları. Ta ki, ya aniden gelen bir ölümle ya da yarınların bitmediği ama bizim sona doğru yaklaştığımızı iyice hissettiğimiz anlara kadar.
Hayatlardan ölüm gerçeği dışlanamadığı halde insanların ölüm yokmuş gibi yaşaması karşısında şaşırırız kimi zamanda!
Ölümü öldüremeyen modern insan, ölüm gerçeğini de kabullenmek istememenin psikolojik açmazlarını yaşar kendi dünyasında.
Buna karşın Efendimizin dilinden aldığımız “Ağızların tadını kaçıran ölümü çok hatırlayın” nasihati ışık tutar kaçınılmaz geleceğimiz hakkında.
Dünyanın kıyametini çok konuştuğumuz ama kendi kıyametimizi bir türlü söz konusu etmediğimiz anda, ilgili ayet bir şeyler fısıldar kulağımıza:
“…Herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın…”