Siyasal alanın tarihsel hafızası neredeyse “iktidar ve şiddet”in eşitlendiği metinlerle doludur…

Evet, siyasi tarihte egemenliğini korumak adına Machiavelli, Wright Mills, Georges Sorel, Hannah Arendt ve daha nicelerini haklı çıkaracak şekilde şiddeti meşru gören devletlerin sayısı yanında, diğerlerinin ehemmiyetsizliği inkâr edilemez bir gerçektir…

Devlet ve şiddet ilişkisini genel bir Siyaset Felsefesi olarak tartışmak, bu yazının haddini de sınırlarını da aşacak bir derinlikte olduğu için işin bu boyutuna girmeyeceğim…

Meseleyi daraltarak kendi yakın tarihimiz ve bugün açısından irdelemeye gayret etmek isterim…

“Şiddet sorunu hâlâ hayli karanlıktır”;gerçeğini de ihmal etmeden…

Yakın tarihimiz ne yazık ki; “İktidar namlunun ucunda büyür” diyen Mao Zedong ile benzer anlayışlara sahip darbeci zihniyetlerle dolu…

Ve onların beslediği devlet şiddetiyle…

İktidar ve şiddet ilişkisini maalesef iktidar aleyhine düşündüren bu yakın darbeler tarihi -bugün şiddet dilini öne çıkarmasına rağmen- hâlâ muhalefete yardım ediyor…

Şiddetin sadece iktidardan gelebileceğine inanmaya hazır bir kolektif hafıza var çünkü…

Oysa gerçek bir iktidar ile şiddetin aynı yerde duramayacağını gösteren çok önemli örnekler var…

İkisinden birinin hâkimiyet kuruduğu yerde diğerinin barınmasına imkân yoktur…

Bugün Türkiye’deki iktidarın yapısına baktığınızda da bu gerçeği görebilirsiniz…

İktidar tek kişiyle var olabilen bir güç değildir; hele demokrasilerde hiç değildir…

Toplumda kabul görmüş ve gerçek bir iktidar oluşturmuş liderler, şiddet araçlarına başvurmanın kendi sonlarını hazırlayacağını çok iyi bilirler…

En sağlam iktidar namlunun ucunda değil, vatandaşın gönlünde büyür…

Zira yine Arendit’e gittiğimizde onun; “Şiddet, iktidar yaratma kabiliyetinden alabildiğine yoksundur” dediğine şahit oluruz…

Bu hakikat de ortada iken, bu kadar geniş kabul gören bir liderin ya da iktidarın şiddetle yolunun kesişemeyeceği açıktır…

Burada çok açık bir gerçek üzerinden yürümek gerekiyor diye düşünüyorum; o da geniş bir kabul gören ve toplumsal bütünlüğü tesis eden iktidara karşı kullanılan şiddet dilinin varlığıdır…

Üstelik bunun zaman zaman dilin ötesine geçerek fiili hale dönüştüğü de çok açıktır…

Terör faaliyetlerinin etkinliği, bir toplumun atomize olma derecesine bağlıdır…

Her şeye rağmen ve etrafımızda yaşananlar dikkate alındığında, şükretmemiz gereken bir kenetlenmeye sahibiz…

O sebeple başvurulan hiçbir şiddet yöntemi toplumu atomize edemedi; teröre geçit veremedi…

Eğer iddia edildiği gibi bir iktidar ya da onun temsil ettiği bir devlet şiddeti var olsaydı, bu aynı zamanda iktidarın zayıfladığına da işaret ederdi…

Çünkü şiddet iktidarların zayıfladığı noktada en zirve noktasına çıkar; üstelik her türlü şiddet…

İşte bütün bu sebepleri zorlamak adına “şiddet minderi”ne çekilmek istenen bir iktidarın olduğunu, yaşananlardan fotoğraflamak mümkündür…

Son günlerde dozu artan şiddet dili, muhalefet açısından işlerin daha da zorlaştığını gösteriyor…

İktidarın başarıyla yürüttüğü, dünyadan takdir gören ve toplumsal kabulünü artıran icraatlar, muhalefet için iktidar umudunu ertelemek anlamına geliyor…

Muhalefetteki hırçınlaşma, “Siyasetin nihai amacı iktidara gelmektir…” gerçeğinin hırs ve öfkeye kurban verilmesinden ibarettir…