Yeni dünya düzeni ve eko-politik dengeler için tehdit olmayacak nesiller yetiştirmek, büyüme çağındaki kitlelerin düşünce kabiliyetini vasata çekmek, Yeni Dünya Vatandaşlığı tipolojisine uygun bir kimlik bütünü çıktılamak, şahsi orijinaliteyi hırpalamak ve özgürlük afyonu vurulmuş bireyleri kurgulanan hayat organizasyonuna bağımlı kılmak…

Endüstri baronlarının ısmarladığı modern okul modeli ve zorunlu eğitim sisteminin başlıca hedefleri bunlardı.

Zaten sermaye sömürgeciliğiyle ortaklık kurmuş birçok bilim adamı, ‘’eğitmen’’ ve yazar, türlü bahanelerle durumu itiraf etmişti. Amerikan akademilerinde büyük yer tutmuş Alexander Inglis’in, 1918’de yayınlanan Principles of Secondary Education (Ortaöğretimin Prensipleri) kitabı da bu konuda en iç karartıcı misallerden biri…

Inglis, modern eğitimin amaçlarını birkaç fonksiyon üzerinden tanımlamıştı:

Çocuklar denetlenebilir, sıkıcı ve gereksiz bilgilerle boğulacak, politik ve kültürel reaksiyonları eleştirel bir meziyete bürünemeden kalıplaştırılacaktı. Bir şekilde kafasını gösteren eleştirel düşünceler de, şırıngalanan bilim ve kültür despotluğunun onayından geçmek zorunda kalacaktı…

Bütünleştirici kurallarla çocuklar birbirlerine benzer bir şahsiyet hacmine sokulacaktı…

Her öğrenciye sosyal bir rol biçilecekti. Not sistemi bu işlevin temel psikolojik sac ayağı olacaktı…

İçtimai vazifeleri tanımlanan çocuklar; yalnız bu minvalde eğitilecek, kendilerine biçilen alandan taşmadan sistemin devamını sağlayarak hayatlarını sürdürecekti…

Toplumsal dokuya zarar verecek tüm ötekiler, Darwin’in Doğal Seçilim’ini hatırlatır şekilde; sınıf ortamlarında damgalanarak organik yollardan silik bir karakterlere dönüştürülecek ve toplum çapaklarından arınacaktı. Bir açıdan, nüfus kontrolünün “okul’’ kisvesiyle bilimselleşmesi de denilebilir. Tek sesleşmiş bu armoniye ayak uyduramayanlar, ideal sistemin dışına kusulacaktı. Zira tanımlanan Yeni Evrensel Refah sofrasında çürük yumurtaların yeri yoktu…

Son olarak hazırlama fonksiyonu mevcuttu. Çarkın devridaimi için seçilmiş az sayıda beyin, elitist bir eğitim programına tabi tutulacaktı. Bu beyinler, kuşaktan kuşağa, beyaz ve mavi yakalı profesyonel köleler yetiştirilmesi inşa edilen finans-kapital merkezli sosyal algı yapısına kat çıkmakla görevliydi…

Platon’dan Rousseau’ya, Hobbes’tan Weber’e, Spinoza’dan Fichte’e kadar birçok fikir mühendisi; aynı kompozisyonda farklı enstrümanlarla benzer şarkıları mırıldanmıştır: Zeki ve güçlülerin yararına bir eğitim modeli, sınıfçılığın ve bilgi faşizminin hüküm sürdüğü bir okul profili ve sermaye menfaatlerine göre kıymetlenen manipülatif entelektüellik…

Mesela Baş Kapitalistlerden Adam Smith’in, invisible hand (görünmez el) ile idare edilen serbest piyasadan yana olduğu bilinir. Fakat Smith, daha çok, devlet aygıtlarının insan dolayısıyla da ekonomi yönetimindeki önemine dikkat çekmişti. Ulusların Zenginliği kitabında; çalışma koşullarının, bireyde bıraktığı yıpratıcı etkinin kurumsallaşmış bir eğitim kanalıyla onarılacağını düşünüyordu. Zira liberal ekonomik döngü ve sürekli rekabetin doğurduğu sunî çevre, bireyi bunalıma itiyordu. Neticede işçiler tembelleşiyor, ahmaklaşıyor ve hayvanî dürtüler haricindeki her uyarıcıya duyarsız kalıyordu. Ancak, kurumsallaşmış bir eğitim modeli kapitalizmin açtığı buhran deliklerini doldurabilirdi…

Yani insan numuneleri, kontrollü bir eğitim tertibiyle sermaye nizamının gönüllü işbirlikçisi olabilir ve her uyarılmada zihninde otomatik filizlenen ekili hazlarla düzenin iktisadî sirkülasyonunu diri tutabilirdi…

Devamı haftaya…