Aylarca öncesinden başlamıştı hazırlıklar; karizmatik tek adamın ve yıldız topçusunun türlü hallerde bizatihi oynadıkları onlarca hamasi reklam filmlerinin ve ”Biz bitti demeden bitmez” gibisinden beylik sloganların gölgesinde en nihayetinde Avrupa Kupası maçları başladı. Milli heyecanın tüm medyatik enstrümanlarla doruğa ulaştırıldığı bir atmosferde küstah ”Avrupalılar’a” Türkler’in ayak seslerini duyurmak ve hadlerini bildirmek üzere ilk maçını Hırvatistan’la oynamak üzere sahaya çıktı millilerimiz. O da ne, bu bize anlatılan takım olmaktan çok uzaktı, yok canım bir yanlışlık vardı işte. Bu takımın bir taktiği var mıydı, vurucu güçleri neredeydi, defans neden bu denli boşluklar veriyor, milli heyecan neden bu çocukları sahada devleştirmiyor ve Hırvatlar topu her ayaklarına aldıklarında neden yüreğimiz sürekli ağzımıza geliyordu? Üstelik bir sonraki maçımız İspanya’ylaydı ve adamlar bu işin tam anlamıyla ustasıydılar, böyle oynarsak halimiz karşılarında neçe olurdu? Hırvatlar karşısında bir farkla yenilmek çok önemli değildi belki, ama strateji, taktik, kondisyon, moral güç vs. açısından dehşetli zaaflarımızın olduğu açıkça ortadaydı ve İspanya karşısında bu halimizle ne yapacaktık? Ama futboldu bu, belki o zamana kadar toparlayabilirlerdi, en azından böyle olmasını umut ediyorduk. Ancak bu işin büyük sözler etmekle, hamasetle, sırf milli coşkuyu kabartıcı ayarlarla yürümeyeceğini İspanya maçında aynel vaki görmüş olduk. Yani takım olarak yeterince güçlü değilsen ve olduğundan çok daha fazla kendinde güç vehmedip, kitleleri de bu şekilde inandırıp manipüle ediyor, üstelik rakiplerin oyun güçlerini hafifsiyorsan karşılaşacağın şey apaçık hüsrandır.

Milli takımımızın bu yapısı, oyun şekli ve yaşadığımız hayal kırıklığı en çok da Suriye meselesinde karşı karşıya kaldığımız duruma benziyor. Kaldı ki, bu konuda başarmaya en aday ülkeyken ve psikolojik üstünlüğümüz bulunmasına rağmen karşılaştığımız bir hüsran. Benzeşen taktik hatalar ve eksiklikler nedeniyle kaybetmek üzere olduğumuz bir mücadele.

Şimdilerde durumu düzeltebilmek adına mıdır bilinmez, bazı oyuncu değişikleriyle birlikte farklı taktik uygulamalarına gidilmek istendiğine tanıklık ediyoruz. Bu saatten sonra faydası olur mu, kayıpları geri getirir mi, maçı döndürebilir mi bilinmez amma Suriye politikamız neyse milli takımımızın hali de o. Sen yakaladığın fırsatları değerlendiremezsen, özgüven eksikliği gösterip oyunun hâkimiyetini kaçırırsan, rakip bu boşluktan faydalanıp oyunu ele aldığında seni bir daha yarı sahalarına bile sokmayabilir ve sadece kendi kaleni savunmaktan başka bir şey düşünemez hale gelirsin.

Bir üst kategoriye yükselebilmek için işi mucizelere kalan milli takımımız gibi nasıl bir stratejiyle Suriye meselesinde de durumu lehimize çevirebileceğimiz bilinmezliğini koruyor. Belki bir plan falan da yoktur ortada ve şimdiye kadar olduğu gibi yine topun gelişine gelişine vurur ortaya çıkan sonuca göre de faturayı yine birkaç yıldız topçuya keser ve işi kapatırız sevgili Hakan Albayrak, hani dünkü yazında sormuşsun ya…

Rabbim milli takımın ve ülkemizin yardımcısı olsun… Basiretini açık, ferasetini yüksek kılsın…

Esenlikler diliyorum…