Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır bilfiil İslami davet ve hareket çalışmaları yapılıyor.

Bu zaman zarfında Türkiyeli Müslümanlar, başta İslam’ı öğrenme ve öğretme olmak üzere birçok alanda çalışmalar yürüttü.

Vakıflar ve dernekler kurdular, cemaat çatısı altında farklı faaliyetlerde bulundular.

Tefsir, hadis, siyer, tarih, usul dersleri yaptılar.

Tüm bu çalışmalarda ön ayak olan bireyler, cemaat alimlerinin söylemiş olduklarını harfiyen yerine getirdiler.

Fedakârlıkta kusur etmediler, çeşitli görevler üstlendiler.

Ve tüm bunlar Allah rızası doğrultusunda gönüllü olarak yapıldı.

Başlarındaki alimlere karşı itaatkâr davrandılar.

Saygıda asla kusur etmediler.

Birlik ve beraberliği arzuladılar, hatta ümmetin vahdeti için liderlerine baskı bile yaptılar.

Aralarında düşmanlık ve husumete asla yer bırakmadılar.

Ancak bütün bunları harfiyen yapan ve yerine getiren bireylerin bu davranış ve fedakarlıklarının aynısını ne yazık ki birçok alim ve cemaat liderleri sergilemedi.

Örnek olmaları gerektiği halde bireyler kadar bile fedakârlıklarda bulunmadılar.

Hatta birçok zaman egoist takındılar.

Vahdet noktasında “eneci” davrandılar.

Bireyler bir ekmek bir kuru soğana razı olurken, birçoğu bununla yetinmediler.

İlk aşamada olmasa da son aşamaya gelindiğinde söylemleri eylemleriyle çelişmeye başladı.

Dahası öğrettikleri İslami hareketin nebevi metodu, bir zaman sonra onları köşeye sıkıştırdı.

Koltukları bırakmalarını gösterdi.

Ancak bu onlara ağır geldiği için birçoğu buna pek yanaşmadı.

Diğer yandan İslam coğrafyasında ümmet bölük pürçükken bunu da görmezden geldiler.

Sadece sohbetlerinde ajitasyonla bu işi kapatmaya çalıştılar.

Müslüman ülkeler Batılı güçler tarafından bir bir işgal edilirken, kendi cemaatlerinin bekası için bir lider gibi değil bir şirket yöneticisi gibi davrandılar.

Çünkü merkeze hep kendi cemaat, vakıf ve derneklerini aldılar.

Oysa İslami hareket metodunun son merhalesi cihat idi.

Evet, cihat İslam’da bir saldırı değil bir savunma yöntemiydi.

Ancak İslam ülkeleri açık ve aleni bir şekilde Batılı güçler tarafından işgale uğruyordu.

Halklar, masumlar, çocuklar, kadınlar gözümüzün önünde hunharca, sebepsiz yere katlediliyordu.

Ve bugün!…

Yanı başımızda Suriye’de başlayan cihat beşinci yılına girdi.

Türkiyeli alimlerin birçoğu kendilerinden bekleneni maalesef burada da yapmadı.

Ben alimlerimizin neden Suriye’ye gidip cihada katılmadıklarını eleştirmiyorum.

Ancak alim olmaları münasebetiyle sorumlulukları var.

Örneğin Suriye sınırına gidebilirlerdi.

Orada tüm dünya medyasını ve hatta Suriyeli komutanları çağırıp, “Ey Suriye’de savaşan mücahit Müslümanlar…

Bu savaş sizinle zalim Beşar Esed rejimi arasında başlayan bir savaştır.

Buradaki maksat Esed’in mazlum Suriye halkından el çekmesidir.

Zulme son vermesidir.

Sizler öncelikle bir zalime karşı savaşırken asla zulmetmeyin.

Çocuklara, yaşlılara ve kadınlara karışmayın.

Sivilleri öldürmeyin.

İçinde düşman olsa dahi, cami, kilise, havra ve hastane gibi buna benzer yerlere saldırmayın.

Ağaçları kesmeyin, meskenlere yıkmayın, şehirlere zarar vermeyin.

Dini, dili, ırkı ne olursa olsun, eline silah alıp sizinle savaşmayanlarla asla ve asla savaşmayın” demeleri lazımdı.

Ama bunu bile yapmadılar, anlıyor musunuz!

İşte şimdi bu öneri ve uyarılarda bulunmayan alimler bugün çıkmışlar Suriye’de devam eden savaşla ilgili ileri geri konuşuyor, eleştirilerde bulunuyorlar.

Kusura bakmayın beyler, böyle bir hakkınız yok!