SAO PAULO- BREZİLYA

23 Temmuz 2013 Salı

Bounes Aries’ten Türk Hava Yolları’yla Brezilya’nın İstanbul’u Sao Paulo’ya uçuyoruz. Havalanın çıkışında taksiler için banko var. Önce fiyatı ödüyor, fişinizi alıp aracın gelmesini bekliyorsunuz. Yanılmıyorsam otelle havaalanı 110 Real ediyor. Real bizim paramızla yaklaşık aynı  değerde. Bu fişli yolculuk işi bana daha güvenli geldi. Taksicinin çok para alması söz konusu değil üstelik çok para almak için dolaştırması da kendisi açısından anlamlı değil.  Yarım saatlik  bir yolculuktan sonra meşhur Paulista caddesinin yakınında Casa Branca sokakta bulunan Trianon Oteline varıyoruz. Girişlerimizi yaptırıyor ve odamıza çıkıyoruz.

Paulista Caddesi: İsyankârların yolu

Sabah kalktığımızda Brezilya’daki yapımcımızın Rio De Jenario’dan papanın gelişi nedeniyle uçakların kalkamamasından dolayı gelemediğini öğreniyoruz, moralimiz biraz bozuluyor ama sağlık olsun yapacak bir şey yok. Havada inceden inceye yağıyor ve bu durumda dışarıda çekim yapma şansımız yok. Hem para bozdurmak hem de şemsiye almak üzere 300 metre mesafede bulunan Paulista Caddesine çıkıyoruz. Burası gidiş geliş yoğun trafiği olan iki tarafı yüksek apartmanlarla dolu Sao Paulo’nun en meşhur caddesi. İnsan trafiği açısından İstiklal caddesine benzese de araç trafiği ve yapılarıyla daha çok Halaskârgazi veya Bağdat Caddesine daha çok benziyor. Bir kaç gün önce bu cadde de 200 bin insanın zamları protesto ettiğini söylediler. Hala da tam bir durulma olmadığını ifade ettiler. Nitekim biz oradayken küçük çaplı bir gösteriye de şahit olduk. Caddenin üzerinde çok sayıda pasaj, lokanta, kafeterya ve dükkânlar var. Burada insanlar Arjantin’dekilerden daha keyifli görünüyorlar. Arjantin’de insanlar biraz soğuk ve mesafeli idi. Burada daha neşeli ve canlı duruyorlar, gençler ayrı bir âlem… ahlak hak getire… İhtiyaçlarımızı giderdikten sonra Dünya Ticaret Merkez’inde Lübnan-Brezilya Ticaret Odasında görevli babası Lübnanlı annesi İtalyan Guilheme F. Mattar ile röportaja gidiyoruz. Saçları dökük anlında sanki ameliyat çizgisi olan, güzel İngilizce konuşan Mattar’le binanın ortasında bulunan küçük bir bahçede söyleşi yapıyoruz.  Mattar, ailesinin hikâyesini, göçün sosyal ve ekonomik boyutlarına vurgu yapıyor.

Röportaj bitiyor ancak yağmur devam ediyor. Büyük ve kalabalık şehir Sao Paolu’da trafik her an tıkanabilir.  Çarpık bir kentleşme var; gecekondularla gökdelenler iç içe…

24 Temmuz 2013 Çarşamba 

SAO PAULO

Sabah Brezilya’daki yapımcımız Sabastian’la tanışıyoruz. Sabastian Arjantinli minyon tipli zeki bir genç. Ben kendisine ara sıra ‘’Stefan’’ desem de o ‘’Who is Stefan’’ deyip, gülerek mukabelede bulunan bir arkadaş. Kendisi Roi De Jenario’ya eşi yüzünden taşınmış.  Bir de yeni dünya çocukları var.

Hava yine kapalı bir hafta kaldığımız bu dev şehirde güneş bize yüzünü göstermedi. Şehirden ayrılacağımız gün güneş açtı. Güneşli havalarda şehri görmek ayrı bir anlam ifade ediyor. Sao Paolu benim gözümde hüzünlü ve karanlık bir şehir. İlk işimiz araç kiralamak ve internetten yaptığımız rezervasyonların hepsi boş çıktı. Aradığımız araba araç kiralama servislerinde yok; zaten Arjantin’de de Brezilya’da da arabalar bizim standartlarımızdan daha küçük. Sonra yerli şirket Lokaliza’ya gidiyoruz. Onda uygun bir araç buluyoruz.  Arabayı kiraladıktan sonra çekimlere başlıyoruz.

Markette El Turko ürünleri

El Turko ürünlerinin satıldığı markete gidiyoruz.  Market kapalı dışarıdan bir parça tarihi dokusu olan bir yer. İçerisinde onlarca dükkân var. Hemen girişte helal yazısı olan et satan bir dükkân dikkatimi çekiyor. Ancak kepenkleri kapalı. Ramazan diye mi açmamış diye aklımdan geçiriyorum. İçeride manav ağırlıklı olmak üzere her türlü gıda ürünü satan dükkânlar bulunuyor. Market iki katlı ve üst katlarda lokanta ve kahvehaneler var. Daha çok hamur işi şeyler satıyorlar. Biraz çekim yaptıktan sonra güvenlik geliyor ve izin almamız gerektiğini söylüyor. Sabastian izin için uğraşırken biz epeyce çekimleri tamamlıyoruz. Sabatian’ın gelişi biraz uzun sürüyor ancak elinde bir yazılı izin belgesiyle geliyor. Çarşıda bir kaç dükkâna giriyoruz; incir, helva, kayısı, lokum gibi ürünlerin isimleri Türkçe şekliyle yazılmış. Kayısıya bir yerde Damasco bir yerde de Turco etiketi konmuş. Helvaların üstünde İslambol etiketi var. İslambol bir marka imiş ve birçok ürünün üzerinde var.

Tezgâhlarda çok çeşitli tropikal meyveler var. Kamil” bunlardan alalım” diyor. Çeşit çok olunca seçmekte zor oluyor. Her yerde olduğu gibi tezgâhtarın gayret ve teşvikleriyle epeyce bir şeyler alıyor ve yüklü miktarda para ödüyoruz. Tabii kazıklandığımızı anlıyoruz ama elden ne gelir gurbet…

Pazardan ayrılıyor tarihi mekânları çekmeye devam ediyoruz. Etrafında adalet sarayı binaları bulunan bir küçük meydanda gösteri yapan kalabalık bir gurupla karşılaşıyoruz. Çoğunluğu öğrenci olan grubun içinde rahibelerde var. Müzik eşliğinde şarkı söylüyor ve de dans ediyorlar.  Meydanda bir heykel ve de heykelin karşısında beyaz badanalı tek katlı Endülüs evlerini andıran bir kilise var.  Heykelin ötesinde gökdelenler…

Yürüyerek şehrin ana meydanlarından birine geliyoruz. Katedralin bulunduğu meydanda her yer büyük ağaçlar ve heykellerle dolu. Müthiş hareketli ve gürültülü bir ortam; her çeşit garip, guraba buraya toplanmış.  Üstü başı yırtık sarhoş mu yoksa açlıktan mı bu hale gelmişler bilemedim bir sürü insan. Açıkçası ürktüm. Her zaman mı böyle yoksa papa Brezilya da diye mi toplandılar bilmiyorum. Yan tarafta bir adam elinde mikrofon Hıristiyanlığı anlatıyor. Başka bir köşede müzisyenler… 

Katedral Meydanı: Amazon’dan bir El Turko

Bu yoğun kalabalığın arasından katedrale giriyoruz. Bu görkemli bir yapının görevliden izin alıyoruz. O da gerçek kilisenin katedralin altında olduğunu söylüyor. Ve istersek orayı da görüntüleyebileceğimizi belirtiyor. Kısa boylu sempatik görevli hanımın eşliğinde alt katta bulunan kiliseye giriyoruz. Çekimleri yaptıktan sonra kendisinden röportaj alıyoruz.

Sonra katedralin dış merdivenlerinden meydandaki coşkuyu çekiyoruz. Bu sırada bir genç adam yanıma yaklaşıyor. Meraklı, ne çektiğimizi soruyor. Bizde El Turko belgeseli çektiğimizi söylüyoruz. Tepki vermiyor ve kendisinin Amazon bölgesinden olduğunu söylüyor. Peki, ‘’Amazona nereden gittiniz’’ diye soruyorum. Çünkü bu ülkelerde yerliler yok edildiği için herkes göçmen.  Biraz duruyor söyleyip söylememekte tereddüt ediyor. Sonra ailesinin Lübnan göçmeni olduğunu ve ailelerinin isminin Gazali ailesi olduğunu belirtiyor.

Adı  Valero Romano Condero tabii bu addan herhangi bir bizim aradığımız göçmen izine rastlamak mümkün mü? Seyahat boyunca bu tür vakalarla çok karşılaştım. Adamla veya kadınla çekim yapıyoruz. Konunun uzmanı diye konuşuyor.  Çekim bitiyor kendisinin de göçmen olduğunu o zaman ifade ediyor. Halbuki, tam bizim aradığımız kişi kendisi ama üçüncü bir şahıs gibi başkalarının bilgileriyle bizi aydınlatmaya çalışıyor. Hani meşhur bir darbı mesel vardır adam Hızır (as) arıyormuş. Bir Adama soruyor Hızır’ı nasıl tanıyacağım. Adamda ‘’bak evladım Hızır elini yumruk yapar bir taşa vurdu mu eli benim yaptığım gibi taşa girer.’’Adam teşekkür eder ve yanından ayrılarak beyhude Hızır’ı aramaya devam eder. Biz de çekimi bitirirken son cümlede kendilerinin de göçmen olduğunu söylüyorlar. Tabii burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir konu da İspanyol ve Portekizlilerin ne yaman bir sömürgeci olduklarının altını çizmekte  fayda var. Bu topraklara gelen herkesin dilini ve dinini terk etmesini sağlamışlar. Brezilya’da Portekiz’ce konuşuluyor, nüfus Katolik. Bütün diğer Latin Amerika ülkelerinde herkes İspanyolca konuşuyor ve hemen hemen herkes Katolik mezhebinden.

El Turko uzmanı Prof. Dr. Jeffrey lesser

Akşam tarih hocası Prof. Dr. Jeffrey Lesser’le randevumuz var ona yetişelim diye bu renkli ve görkemli alanı erken terk ediyoruz. Tevafuk hocanın evi kaldığımız otel Trianon Paulista’nın hemen bitişiğinde. Otelden yürüyerek kendisine ulaşıyoruz. Bizde olduğu gibi sitelerde güvenlik var ve kapılar sıkı korunuyor. Sadece siteler değil binaların kapıları da demir parmaklıklarla güvence altına alınmış.  Tabii toplumun   gelir dağılımında büyük bir  adaletsizlik olunca hırsızlık ve benzeri gayrı meşru işlerde yaygın oluyor. Prof. Dr. Ceffrey ve iki ikiz oğlu bizi karşılıyor.  Ayakkabıların kapıda çıkarıldığını görünce biz de alışık olduğumuz bir hal olarak ayakkabılarımızı çıkarıyoruz. Delikanlılardan biri gerek olmadığını ancak annesinin böyle istediğini ifade ediyor. Çocuklar yeni Türkiye den dönmüşler. Hocayla Brezilya’daki göçmenler üzerine ve göçmenlerin toplum üzerine etkileri üzerine konuşuyoruz. İftar için bize helal lokanta önerisinde bulunuyor. Biz de internetten bakıyor ve kanaat getirerek iftar için uzun bir mesafe olmasına rağmen Lübnan lokantasına gidiyoruz.

Lokantanın duvarlarında bildiğimiz Beyrut fotoğrafları. Selam vererek içeri giriyoruz… Lokantacı büyük bir sevinçle bizi karşılıyor. Lübnan yemeklerinin bütün çeşitlerinden getiriyor. Sabastiyan önümüzde bu kadar yemeği görünce şaşırıyor. İlk defa Lübnan lokantasına geldiğini söylüyor ve etkilendiğini belirtiyor.

Latin Amerika’da Osmanlı izleri: El Turko – 6