17 Temmuz Çarşamba

BUENOS ARİES- GÖÇMEN İDARESİ

Çarşamba sabahı Göçmen Dairesine tekrar gidiyoruz. İçeri girmeden önce uzunca bir kuyruk görüyoruz. Burada bekleyenler yeni göçmenler. Kapıdan geçerken tipleri Japonları andıran iki kişi de kapıda bekliyor. Japonların Peru da yerel halkla karıştığını melez bir ırk ortaya çıktığını anlatıyorlar. Hatta devlet Başkan’ın bir zamanlar Japon asıllı olduğundan söz ediyor. Alberto Fujimori 1990 -2000 yılları arasında devlet başkanlığı yapmış. Saat kulesinin olduğu Park’ta otururken gözetliyorum,  bu insanları ırk olarak tanımlayamadım. Özellikle bir kısmı ne tam yerli ne Avrupalı ne Asyalı bir garip karışım var. Genel özellik kara kafalı zayıf yüzlü, kendileri de biraz çelimsiz duran insanlar.

İSADAN JESUSA

Güvenlikten geçtikten sonra büyük bir bahçesi olan Göçmen Oteli’nin bahçesine giriyoruz. Bahçede bizi zayıf yüzlü orta boylu Güney Doğu yöremizin insanlarına benzeyen sakin birazda mahcup edalı bir adam karşılıyor. Bu adam Göçmen Daire’sinin Müdürü Alberto Jesus Robio. Göçmenlerin geliş hikâyelerini ve burada yapılan işlemleri ve sonrasını anlatıyor. İsmini yazmaya çalışırken kendisinin de Suriye göçmeni olduğunu asıl adının da İsa Aşgar olduğunu belirtiyor. Sonra kendi kendime tevekkeli adama boşuna güneydoğulu dememişim adam gerçekten güneydoğulu ve de Müslüman asıllı çıktı. Şimdi Müslüman mı bilmiyorum? Çünkü burada her şey birbirine karışmış durumda. Onların tabiri ile herkes Arjantinli oldu. Ama hangi kimlik üzerinden? İspanyol kimliği üzerinden Arjantinli olunmuş çünkü büyük çoğunluk ve egemen kültür İspanya kültürü. Dilde İspanyolca. Müdürün orta adı olan Jesus bizim bildiğimiz İsa demek. İsimler göçmen oteline girerken kayıt sırasında değiştiriliyor. Konuşmaların İspanyolca olması beni konulara vukuf olmakta zorluyor. Çeviri yapan arkadaşımızın aktarımları ve aralarda bilenlerle konuştuğumuz İngilizcelerle idare ediyoruz. Zorluklar kolaylıklara kapı açar ya acaba diyorum biz kamerayla kayıt yaparken kayıt edilen sesi anında çeviren veya metne çevirecek bir program yazılamaz mı? Tam anlaşılmasa bile yaklaşık ne söylendiğini anlamak ne büyük nimet olur. Metinleri otomatik çeviren programlar var bu iletişim teknolojisine de uygulanabilir. Bilmiyorum belki de vardır.

İkinci konuşmacımız Göçmen Dairsinin tarihçisi Verlini Martini.  O çok heyecanlı, el kol hareketleriyle önemli şeyler anlatıyor intibaı veriyor. Yanımızda bekleyen arşiv uzmanlarından birisi de bize belge bilgi hazırlamakla meşgul. Bu yoğun ilgi beni mutlu ediyor. Burada çalışanların devlet memuru olmaktan öte yaptığımız işin  önemini kavramış olmaları ne kadar güzel!

Bahçede tarihi ağaçların gölgesinde yaptığımız çekimler bittikten sonra arşiv bölümüne giriyoruz. Her yer evrak ve dosya dolu. Depo da ağzına kadar tıklım tıklım dolu ve belgeler tasnif edilmeyi bekliyor. Bizim sadece dosya olarak gördüğümüz bu evrakı metrükeler arasında kim bilir ne dramlar ne hüzünler ne mutluluklar vardır. Belgeler tasnif edildikçe ortaya çıkacak.

Çıkarılan orijinal belgeleri fotoğraf makinesiyle ve kamerayla kaydediyoruz;  pasaportlar, yazışmalar, kayıtlar, fotoğraflar. Bir de 1920’ye kadar Osmanlı topraklarından gelenler için Turcos Ottoman diye kayıt düşülmüş ve sayılarının 103.732 olduğu görünüyor. Genel göçmen sıralamasında dördüncü sırada.

1- İtalyanlar                      2.341.126

2-İspanyollar                     1.602.752

3-Ruslar                           163. 862

4- Turco  Ottomano           103. 732

5- Austro hungaro             87.266

6- Alman                           69.896

7- İngiliz                          60. 477

8- Suizos                          34. 525

9- Portekiz                        30. 729

10- Belçikalı                     23. 549

11- Fransız                       22. 074

12.-Hollandalı                   8.111

Kişi olarak sıralanıyor. Büyük bir iş başarmanın mutluğuyla Merkez’den ayrılıyoruz.

PARA BOZDURMA MACERASI

Arjantin Peso’suna ihtiyacımız var. Ancak arkadaşımız ‘’resmi yerlerde paralar çok ucuza bozduruyor, ayaklı Tahtakale usulü çalışan yerler var oralarda daha iyi fiyata bozdurabiliriz’’diyor. Normal döviz ofislerinde 1 dolar 5 peso ederken Buenos Aries’in Tahtakale’sinde  1 dolar 8 – 9 Peso ediyor.  Kalabalık caddenin ortasında satıcılar “kambiyo” diye bağırıyorlar. Eskiden Tahtakale’de ” tam var, çeyrek var “diye bağırırlardı.  Ben 500’dolar bozduralım diyorum ancak öyle cebinden çıkarıp parayı vermek yok. Her an paranızı da çantanızı da götürürler hiç affetmezler. Zaten ilk iki gün her an çarpılacakmış gibi dolaştık. Çünkü o kadar uyarı aldık, parayı vermek için tenha bir yer bulamayınca bir otelin lobisine giriyoruz. Orada parayı verebiliyorum ve sonra döviz esnafının yanına geliyoruz. Kabalığın ortasında çığırtkanların sesi melodi gibi. Onlarda akşama kadar bağırdıkları için seslerini terbiye etmişler. Yani daha güzel sesleniyorlar.

Bir genç adama yanaşıyor ‘’dolar kaç para diye’’ soruyoruz. O da ‘’8 Peso’’ diyor. ‘’Biraz önce birisi 9 dedi’’ diyoruz genç yerli görünümlü adam ‘’sekiz buçuk’’ olsun diyor ve bizi bir iş hanının üst katlarına çıkarıyor. Bizim gibi bir kaç kişide içerde bekliyor. Girdikten sonra kapı kilitleniyor. Bunu tedbir olsun diye yapıyorlar ama kime karşı bilmiyorum. Bu durumu Çin’de de bir defa yaşamıştım. Arkadaşlarla saat ve benzeri şeyleri almak için çarşının girişinde bulunan simsarlar tarafından daha kalitelilerini almak için üst katlara  davet edildik. Üzerinde hiçbir levhası olmayan odalardan birine giriyoruz, girdiğimiz kapı içeriden kilitleniyor.  Bu tedbirin kime karşı alındığını bilemiyorum. Müşteriler kaçmasın diye mi yoksa kaçak iş yapıldığı için görevlilere karşı mı tedbir alınıyor. Görevlilere karşı alınsa herkes sokağın ortasında kayıtsız sahte markaları rahatlıkla satıyor.

18 Temmuz 2013  Perşembe

ROSARİO

Sabah Buenos Aries’e  300 km uzaklıkta Rosario şehrine gitmek üzere yola çıkıyoruz. Buenos Aries’te bugün yağmur var. Kış mevsimi olmasına rağmen havalar  güzel.  Yollar gayet iyi, iki şehir arasında hiç dağ yok ve etraf yem yeşil. Ara sıra çiftliklerle karşılaşıyoruz. Uçsuz bucaksız ovalarda büyükbaş hayvanlar dolaşıyor. Rosario’da benim için sıradan bina kümelerinin olduğu şehirlerden birisi. Buraların tabiatı ne kadar güzelse şehircilikleri o kadar zayıf. Bir Sinan’ları hiç olmamış. Ara sıra orta kararda tarihi binaları görüyoruz. Yanındaki rastgele kontrolsüz yapılmış yapılar arasında mahzun ve gariban kalıyorlar. Buraları görünce aklıma hep Avrupa’daki iyi mimari olan şehirler geliyor.  Buraları sömürenler gerçekten kelimenin tam anlamıyla sömürgeci. Buraların iyi şeylerini çalmışlar kendi ülkelerinde olan iyilikleri nedense buralara taşımamışlar. Gelenlerin de çok becerikli oldukları söylenemez.

Şehirde kısa bir tur attıktan sonra Rosario Lübnan Merkezine geliyoruz. Kapıda bizi bir genç adamla iki yaşlı hanımefendi karşılıyor. Hem heyecanlılar hem de mutlular. Burası mütevazı aynı zamanda iyi düzenlenmiş bir kültür merkezi. Merakla neden böyle bir belgeseli  yapmak istediğimizi soruyorlar. Biraz anlamakta zorluk çekiyorlar. ‘’Bu güne kadar kimse gelmedi gene bu konuları konuşmak gündeme getirmek Türklere nasip oldu’’ diye Türkçe söylüyorum.  Bunu onlara nasıl söyleyebilirim? Tabii ki, söyleyemedim. Sonra merkezin Sekreteri Walter Miller hazırladığı tablolar eşliğinde Lübnan dan buralara kadar süren hikayeyi anlattı. Daha sonra derneğin üyeleri Susana ve Mana hanım kendi ailelerinin hikâyesini ve buralarda yaşadıklarını anlattılar.  Merkezde çok sayıda belge çektik; fotoğraflar, pasaportlar, izinler vb. Çok sayıda belgeyi kayıt altına aldık. Merkezde bir bölümde Cibran Halil Cibran’a ayrılmış. Cibran’ın fotoğrafları, kitapları bu bölüme konmuş.

BAYRAK ANITI

Merkezde çekimi tamamladıktan sonra fazla vaktimiz kalmadığı için hızlı bir şehir turu yapıyoruz. Arkadaşımız büyük parkı göster buranın çok güzel bir yer olduğunu ifade ediyor. İçeri giremediğimiz ve de kış mevsimi bize burada ki güzellikleri görme fırsatı vermiyor. Sonra bayrak anıtının olduğu yere gidiyoruz. Burası iyi düzenlenmiş bir meydan içinde büyük bir anıt var. Bu anıt Arjantin ‘in bayrağının bu şehirde belirlenmesi anısına yapılmış. Yüksek merdivenlerle çıkılan bölümde sürekli yanan bir ateş  dikkatimi çekiyor. Bir kaç yapı kompleksi ile şekillendirilmiş anıt ve çevresi şu ana kadar Arjantin’de gördüğüm en dikkat çeken yer.  Hızlı bir biçimde fotoğraf görüntüler çekiyor ve bu şehirden ayrılıyoruz, geldiniz yoldan kiraladığımız taksiyle başkente dönüyoruz.

İFTAR VAKTİ

Akşam iftarı otelin yakınındaki balıkçı lokantasında yapıyoruz. Latin Amerika seyahatimizin ramazana denk geldiğini hatırlatayım. Doğal olarak balık ve salata yiyoruz ancak garsonlarla iyi anlaştığımız söylenemez biz İspanyolca bilmiyoruz onlar Türkçe ve İngilizce, olsun insanlığın ortak dili olan beden dili devreye giriyor ve olayı çözüyoruz. Lokanta gayet süslü, tavan dünya ülkelerinin bayraklarıyla dolu İlk etapta Türk bayrağını göremeyince hayıflanıyoruz. Sonra eski de olsa bayrağımızın tavanda olması bizi sevindiriyor. Duvarlarda daha başka dekor malzemeleri de var. Binalardan birisinde bir cadde levhası üzerinde Türkiye yazıyor, İspanyolca haliyle. Yemekten sonra rutin çayımızı içmek üzere uluslar arası kahve zincirlerinden bir dükkâna geçiyoruz. Bu yeri çok sevdiğimizden değil en iyi çayı burası yaptığı için. Kahveden çıkarken bir müzik sesi her yeri kaplıyor. Önde biri zenci birisi kumral iki genç bayan ve bir grup insan çalgıcılar eşliğinde küçük bir fener alayı yapıyorlar. Hava oldukça soğuk ama onların umurunda değil coşkularıyla sokağı ısıtıyorlar. Zaten bu tarihi semtin bu meydanında aktivite eksik olmuyor. Tangodan tutunda daha farklı renkli gösteriler burasının vazgeçilmezleri arasında.