Toplum… İnsanın yalnız tarafı… Yansız ve âraf… Kimsesizliğin çoğul tarifi olarak toplum…

Sosyolojinin, en ilginç ve geleceği okumada en kritik ilimlerden biri olduğunu düşünürüm. Dünü ve bugünü tarif etmenin ilk adımı olarak sosyoloji, esasında bütün büyük resmin ‘decoder’i. İlginç bir şifreleme yönteminin ontolojik soluğunun ensemizdeki resmi…

Modern zamanın ulus devlet tanımı içerisine hapsettiği sosyoloji kavramı, artık küresel bir okuma parçası.

Ve fiziğin ötesini ifade etmesine rağmen somuta mahpus bir imge düzeyi ile fiziği kıran algıya küsmüş somurtkan soğukkanlılığımız…

Böylesi bir muğlaklıkta sağlıklı okuma yapılabilmesi için zamanın ruhuna uygun araçlar kullanmak gerek. Gayet basit bir şekilde işleve konacak organizasyonda rol alacak en mühim vazifeliler kültür-sanat araçları. Zira diğer araçlar somut olarak toplum mühendisliği işlevini yürütürken, sanat araçları bilinçaltına ve uzun vadeye hitap ediyor. Sosyolojinin, dar çerçeveden küresel hale vardığı, tümevarırken de tümdengelirken de yöntemimizi yenilememiz gereken yeni zamanda sanat dalları hayati derece önemli.

En genci sinemadan, en ihtiyarları müzik ve tiyatroya kadar bütün sanat dalları, hayatı idealize ederek modernize eden ve mühendisliği sosyolojik olarak ayakta tutan plan dahilinde yaşatılıyor.

Kim yapıyor bu planı?

Nedir plan?

Plandan büyük olan planın neresindeyiz?

Vazifemizi nereden bileceğiz?

Hangi yöntemi, nasıl ifa edeceğiz?

Nasıl?

Nasıl?

Evet, ‘NASIL’!

Esas sorumuz bu.

Meselemiz ne olursa olsun peşinden gitmemiz gereken şey temel sorumuz. Sorunlarımızın temelinde, doğru sorunun ardına düşmemek varken sorumuzun önemsenmemesini anlayamıyorum.

Kim önemseyecek ve önemsetecek?

Toplum mu?

Toplum dediğimiz şey tek renk, tek başlık ve tek yol olmadığına göre mesuliyetin paylaşılması lazım geliyor. Toplumu oluşturan fertlerin, sosyolojinin neferleri ve desenleri olması da bundan.

Peki, küresel sosyoloji ne olacak? Yani, global bazda düşündüğümüzde çeşitliliğin artması, desenin fazlalaşması işimizi zorlaştıracak mı? Teorimizi neresinden tutup pratiğe çok boyutlu aktaracağız?

Fazlasıyla varoluşsal düzlemdeki sorularımızın, hayat gibi bir sorunsalın ölüm uykusunda yaşamaya çabalaması tam da burada karşımıza çıkan yeni bâbımız.

Küresel sosyolojinin ölü ontolojisindeki imgesel fizyolojiyi tahayyül sınırlarımızı çepeçevre kuşatan kimyevi formüle teslim etmeden sorumuza sarılmalıyız.

Sonrası kolay.

Cevap vermeye çalışmak en kolayı.

Sorun, sorusuzluğumuz.