Türkiye’den başlayalım.

Canım ülkem eşi benzeri olmayan bir güzelliğe sahip. İnsanı çok özel. Tarihi, adeta bir gurur vesikası. Ve fakat öyle çarpık bir kitle var ki; insanı dumura uğratıyor. Herkesin bildiği doğrularda tam tersini iddia etmede, üstelik iyi niyet taşımayan bu manipülasyonu abartmada ve propagandasını yapmada pek mahirler. Kim bunlar? Vasıfsız sol-seküler-laik tayfanın beyaz Türkleri. Türkiye’nin esas sorunu; bu niteliksiz muhalefet anlayışıdır.

Onca satırı şu söyleme atıfta bulunarak kaleme aldım.

Neymiş efendim? Körfez’de ne varmış? Cumhurbaşkanı, neden Körfez’e gitmiş? Erdoğan, ekonomik yatırımı yine Araplarda arıyormuş… Türkiye yönünü yine Batıya dönememiş. Arap etkisinden bir türlü çıkamamışız.

İnsan gerçekten hayret ediyor.

Daha geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı, başta Biden olmak üzere, onlarca Batılı liderle diplomasi yapmadı mı? İş birliği ve yatırım adına sözler alınıp verilmedi mi? Türkiye, Batı ile özne rolünde iletişim kuruyor; takıntılı bir ilişki biçimini, gönüllü köleliği reddediyor.

Ayrıca sermayenin rengi, ırkı, dini olur mu?

Bu insanların konuyu bilmediklerini hiç zannetmiyorum. Sadece numara yapıyorlar.

ABD bankalarının Arap varlıklarıyla ayakta kaldığını bilmeyen yok. Batı sistemi, ekonomisi, turizmi ve her türlü sektörel oluşumları, özellikle Körfez zenginliğini daha fazla ülkelerine çekmek için çaba sarf etmektedirler. Ülkelerindeki Arap ziyaretçi sayısını artırmak için kafa patlatıyor, strateji üretiyorlar. Bugün Avrupa’da top koşturan futbol takımlarının yıldızları acaba kimin sahipliğinde faaliyet gösteriyor? Katar’ın spor dünyasındaki devasa yatırımları hakkında bir cümle duymadık mesela bu kesimden.

Gerçek şu ki; Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi körfez ülkeleri cidden çok zenginler. Varlıklarının kaynağını yer altı zenginlikleri oluşturuyor. Zevk ve safahata düşkünlükleri bir yana, ellerindeki paranın daha da değerlenmesi için akılcı yatırımlar arayışındalar. Bu noktada, gerek savunma alanı gerekse her türlü yatırım için güven zemininde yeni partnerlere kapıları açık. Bu süreçte Körfez’in muhatabı bir Amerikalı olacağına neden bir Türk olmasın? Dolayısıyla Türkiye, din birliği olan bir halkla neden daha yakın bir temasta bulunmasın? Temasta bulunmak; birileri için Türkiye’nin Arap yörüngesine girmesi gibi yansıtılsa da gerçekler çok başka. Evet, bir yakınlık varsa etkileşim de elbette olacaktır. Fakat bu topraklar daha 100 sene önce bizim hamiliğimizde olan bölgelerdi. Bir korku ve ürkeklik olacaksa bunun adresi biz değiliz. Türkiye, elbette eşit eşit bir ilişki kuruyor. Ülkemizdeki laiklerin tedirginliği ise tamamen İslâmofobik yaklaşımdan gelmekte.

Türkiye, dış politika perspektifini olabildiğince geniş yelpazede hayata geçiriyor. Kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısıyla tüm yeryüzü bizim muhatabımızdır. Yeter ki ülkemizin âlî menfaatlerine uygun olsun.

Batıcılar için sadece Batı vardır. At gözlüğü takanlar; geniş coğrafyaların nimetlerini değerlendirmekten aciz, çok kötü kaybedenlerdir.

SUUDİ ANLAYIŞININ İNSANLIĞA KATTIĞI NE VAR?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın heyetiyle birlikte Körfez ziyaretine katılan gazeteciler arasındayım. Suudi Arabistan’ın ardından Katar’a geçildi ve bugün BAE’de temaslar sürüyor.

Ziyaretin ekonomik, siyasi ve iki ülke ilişkileri bakımından çok değerli olduğu açık. Bu bağlamın dışına çıkarak, Körfez Arap coğrafyasıyla alakalı toplumsal, sosyolojik ve kültürel kodlar kapsamında yorumlarımı paylaşmak isterim.

Körfez ülkelerinin caddelerinde gezinti yaparken o pırıltı, şâşâ ve debdebe, insanı düşüncenin derinliklerine götürüyor.

Bir toplum düşünün… Allah vergisi bir yer altı kaynağı üzerinden, zenginliğin zirvelerinde yaşıyor. Servetlerini hangi ülkeye aktarsalar, hangi ülkede yatırım yapsalar; o ülkenin ekonomisi güç buluyor.

Şimdi soru şu; Bir Müslüman halka böyle bir nimet verilecek ve bu halk; üretmek ve insanlığa değer katmak için hiçbir şey yapmayacak. Neden?

Nedenini belki toplumsal hafıza ve kodlarda aramalı ama baktığım zaman Körfez toplumunun sadece tüketici rolünde olması beni çok üzdü.

Var olan zenginliklerini konfor ve lüks tüketime yönelten kitle, savunma yatırımlarıyla iktidarını güçlendiriyor ve halka da bir miktar sus payı dağıtarak ikamesini sağlıyor. Ve fakat yeni bir fikir, yeni bir buluş, yeni bir inkişaf yok!

Türkiye’ye bakıyorum. Lider var ve fakat ekonomik güç zayıf. Arap dünyasındaysa para var, lider yok, ruh yok!

Körfez coğrafyası hakim Batı sistemine entegre ve uyumlu anlayışıyla sistemi sorgulamıyor ve alternatif medeniyet kurma iddiası yok. İnsanlık için adalet arayışı gibi bir derdi olmayan bu yekûn halk birikimi, ne yazık ki fırsatları çarçur etmekle günlerini geçiştiriyorlar.

Oysa Erdoğan’ın söylemselleştirdiği “Dünya Beşten Büyüktür” anlayışı; baskıcı, zorba, ikiyüzlü ve zalim Batı sisteminin yanlışlarına dikkat çekiyor ve alternatif oluşumların hayata geçme ihtimalini, insanların zihnine mesaj olarak gönderiyor.

Buradaki fark, potansiyel gücüyle alakalı. Tarihsel kodlar ve kolektif hafıza, biz istemesek de bir gün, bizi geniş mazlum coğrafyaların liderliğine zorlayacak. Önderlik yapmak bazen seçim değildir. Çoğu zaman şartlar sizi alır ve rolü size yükler. Kabiliyet varsa, açığa çıkar. Bir gün mutlaka!

YILDIZ BİR TANE OLUR

Cumhurbaşkanımız diplomatik temaslarını sürdürürken bir grup gazeteciyle bendenize de umre yapmak nasip oldu.

Kâbe-i Muazzama yine bizi bu dünyadan aldı, başka alemlere götürdü. Dünyada başka bir yapı yoktur ki, bu denli geniş kitlelere, bu denli derin duyguyla sevdirilsin.

Bir kara elmas gibi parlıyor.

Cazibesi ve çekiciliği muhteşem ötesi…

Beytullah, gönlümüzün tam merkezinde!

O’nun aşkıyla yanan milyarlarca Müslüman, mübarek toprakları ziyaret etmek için dua ededursun, Suudi hükümetinin şehircilik anlayışı beni gerçekten derinden üzdü.

Tabiri caizse elinizde muhteşem bir cevher var ve siz kalkıp O’nun hemen dibine kapitalist kulelerden dikeceksiniz. Bu küstahlık, bu edepsizlik tarif edilecek gibi değil. Evet, Zemzem Tower’dan bahsediyorum.

Osmanlı kültür ve edep anlayışında, Kâbe-i Muazzama’nın boyunu geçecek bir yapıyı inşa etmek, mukaddes yapıya hürmetsizlik anlamı taşır. Bu nedenle Kâbe’nin dibine kondurulan otelde konaklayıp da otuzuncu kattan Kâbe selfisi çekenleri anlayamıyorum. Biz hangi ara, bu derece edep yoksunu olduk?

Zemzem Tower’ı bir de estetik açıdan değerlendirelim. Moda, estetik, mimari anlayışa göre; “bir star varsa ona odaklanmalı ve onu parlatmalısınız.” Elbette Kâbe’nin parlatılmaya ihtiyacı yok, O zaten çekim merkezinde. O’nun cazibesini hiçbir şey örtemez fakat neden bu gölgeleme çabası? Burada iyi bir niyet olduğunu düşünmüyorum.

Rivayet olur ki; Suudi hükümeti, bu kuleleri dikmeden önce Japon uzmanlardan görüş alıyorlar. Japonlara göre; Kâbe’nin etrafı, daire şeklinde 200 metre kadar boşaltılmalı, otel ve yerleşim yerleri daha geriye taşınmalıydı. Ziyaretçiler ise raylı toplu taşıma araçlarıyla alana taşınmalıydı. Böylelikle hem Kâbe’nin deyim yerindeyse “starlığı” korunacak hem de dinginlik ve huzur atmosferi korunacaktı.

İcraatlara bakılırsa Suudiler, Japonların fikrini pek benimsememiş ve bana göre Kâbe’nin etrafında şehircilik katledilmiştir. Mübarek topraklara ihanet niteliğindeki bu çirkinlikler umarım kısa zamanda temizlenir.

KIYAMETE RAMAK KALDI

Arabistan’a en son 1996’da gitmiştim. O dönem ciddi derecede sıcaklar vardı. Konsolosumuzdan aldığım bilgiye göre; iklim çok çarpıcı biçimde değişmiş. Artık Arabistan’da, bildiğimiz klasik sıcaklar sadece üç ay sürüyor. Yaz dönemi dışında hava artık daha ılıman ve yağışlı. Ocak ayında klimayı açmadıklarını söylüyorlar.

Çöl tabiatı da değişmekte. Artık çöllerde geniş yeşil alanlar gözlemlenmekte. Malum Hadis-i Şerif’te belirtilen “çöller yeşerdiği zaman” tarifi, bir kıyamet alametidir.

Gerçi Kâbe’nin etrafına kurgulanan o zulüm çemberi de bir kıyamet alameti değil midir?

Arabistan gözlemlerim böyle. Düşündürücü hususlar çok. Suudilerin pratiklerine dair sanırım daha çok yorum yapacağız.