Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girdikten sonra ortadan kaybolması üzerine kaleme aldığım ve 6 Ekim’de bu köşede yayınlanan “Kaşıkçı nerede?” başlıklı yazımı şu cümlelerle noktalamıştım:
“Gazeteciliğine saygı duyduğum ve yazılarını beğenerek okuduğum Kaşıkçı’nın akıbeti konusunda ne yazık ki iyimser değilim.
Allah yardımcısı olsun.”
O yazıyı yazarken Kaşıkçı’nın ya öldürüldüğünü veya kaçırıldığını ve bir daha asla serbest bırakılmayacak şekilde zindanlarda yok edileceğini düşünüyordum.
Çünkü bu işe kalkışan insanların kişiliklerini ve zihin yapılarını az çok tanıyordum.
Televizyonlarda konuşan istihbarat uzmanları, Kaşıkçı cinayetinin geride çok bariz izler bırakılarak işlendiğine, normal bir devletin ve istihbarat örgütünün böyle bir şey yapmayacağına dikkat çekiyor.
Şaşkınlar.
Fakat birçoğunun gözden kaçırdığı nokta şu:
Adamlar normal değiller.
Bir devletin ve istihbarat örgütünün asla yapmayacağı şeyleri yapabilirler.
Dolayısıyla yaşananları anlamak için kişilik ve zihniyet tahlili yapmak ve sonuçlarını diğer verilerle birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Suudi Arabistan bir süredir devlet adamlığı niteliğine sahip tecrübeli isimler tarafından değil, genç ve maceraperest bir prens ile onun yakın arkadaşları olmaktan başka hiçbir yetenekleri bulunmayan kişilerce yönetiliyor.
Kaşıkçı’yla internet üzerinden görüntülü olarak konuştuğu ve katillere “Bana o köpeğin kafasını getirin” dediği ileri sürülen Suud El-Kahtani onlardan biri.
Kurduğu trol ordusuyla dünyaya yön verebileceğini zanneden ve Kraliyet Divanı’nda müsteşar olmak bir yana normalde sıradan bir makamın dahi teslim edilemeyeceği hastalıklı bir tip.
Bir diğeri ülke sporunun başına getirilen Türki Âl Eş-Şeyh.
UEFA Başkanı’nın kendisiyle görüşme talep ettiğini fakat görüşmeyi reddettiğini öne sürmüş, UEFA’dan yapılan “Başkan, Türki Âl Eş-Şeyh ismini ilk kez duyuyor ve kendisiyle görüşmesi için de herhangi bir sebep yok” açıklamasıyla rezil olmuştu.
Petrol gelirleri sayesinde sahip oldukları maddi gücün verdiği kibir ve şımarıklıkla gözleri kör olan ve her şeyi yapabileceklerine inanan insanların Kaşıkçı’yı İstanbul’un göbeğinde pervasızca katletmeleri hiç de şaşırtıcı değil.
Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’i arayarak Batı’nın aleyhine dönmesinden duyduğu hayal kırıklığını ifade ettiği ve “Bunu asla affetmeyeceğim” dediği medyaya yansıdı.
Demek ki genç prens, Batı’yı satın aldığına ve Kaşıkçı’yı vahşice katlettirmesi karşısında Amerika’nın ve Avrupa’nın tamamen sessiz kalacağına kendini inandırmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Kaşıkçı olayıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Gayet dikkatli ve diplomatik bir dil kullanmakla birlikte verdiği mesajlar netti.
Türkiye, cinayetin birkaç güvenlik görevlisinin üzerine atılarak kapatılmasına izin vermeyecek.
Konuşma öncesi Arap sokağında Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin elindeki bir takım delilleri açıklayacağı beklentisi vardı.
Fakat Erdoğan kamuoyunun ısrarla gündeme getirdiği sorulara dikkat çekmekle yetindi.
Kral Selman’ı muhatap alarak “Bu işe kim karışmışsa cezalandırın” dedi.
Suudi Arabistan Kralı oğlu Muhammed’i veliahtlıktan indirebilir mi?
Bu şu an için pek gerçekçi görünmüyor.
Cinayete karışan 18 ismin İstanbul’da yargılanması önerisini Riyad’ın kabul etmesi de beklenmemeli.
Ben mesajın sadece Kral Selman’a değil kraliyet ailesinin tümüne olduğu kanaatindeyim.
Kısacası Erdoğan Suud hanedanına “Pisliğinizi kendiniz temizleyin ve sorunu içinizde çözün” diyor.