Daha bir kırılgan olmaya başladık. Havadan nem kapmak için bin türlü bahanemiz var… Bahaneler neden vardır? Tutunma çabası değil midir bahane? Yaşamak için bahane, düşünmek için, sevmek için, ağlamak için, dertlenmek için, kavga etmek için bahaneler buluyoruz. Durulmak, sadeleşmek, yükü atmak için pek bahanemiz yok sanki!
“Herkesin bahanesi var, senin yok
günahlı bir gölgenin serinliğinde
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
burada kalamazsın, başa dönemezsin…” İsmet Özel şiirindeki günahlı bir gölgenin serinliğinde bekleşir gibi bekliyoruz. Kalabalıktan azıcık ayrı düşen insanların o derin korkusu sarıyor yürekleri. Kendiyle baş başa kalan insanların, sanki dilini bilmediği bir azmanla aynı odaya kapatılış çocuk gibi büzülüp kaldığı bir odadayız. Oysa o odadan çıkmak için binlerce bahanemiz var. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya, dışarıda arkadaşlar, dışarıda oyunlar, dışarıda çeşit çeşit yalanlar, dışarıda üzerine gerçeğin sosuna batırılmış afili sözlere bulanmış rengârenk balonlar…
Kırılganlığımızın asıl sebebini çoğumuz bilmiyoruz. Azıcık, nereden kırıldığımızı görecek olsak hemen üzerini kapatıyoruz. Yok, başka bir şeydir, başka bir yerden kırılmışızdır, diye kendimizi avutuyoruz. Evet, çoğunlukla kendimizi, dokunduklarımız, hissettiklerimizi tanımamaktan, tanımlayamamaktan bu kırılmalar. Yoksa, belimizi kıracak her heyelanın önüne denize atlayan çocuklar gibi atlamayız.
Kimi, dünya bir sürgün yeri, diyerek kırgın kırgın dolaşıyor bu yalan dünyada… Kimi, muhteşem elmaslarını verdiği insanların onları cam gibi görmesinden muzdarip... Kimi sıcak bir çay içerken yudumlarını boğazına dizen başkalarının acılarıyla kırgın bir palto giyiyor. Ama, belki de rutin, sakin, yavaş akan ırmağın hızlanması kırıyor bizleri. Dünyanın acelesi varmış gibi koşturması, kıyamete yetişecekmiş gibi, çocuklar birdenbire büyümüşler gibi… Mevsimler bile birbirlerinin yerini almak için hızlandılar sanki.
Dünya yeni bir çağa başladı. Robotların, dijital insanların, neredeyse tamamen bireyin kutsallaştırıldığı bir çağa erdik. Sömürünün, zulmün, adil olmayan savaşların hepsi daha kapımızı terk etmiş değil. Herkes okuma yazma bilmiyor ama çoğumuz kötülüğü, kırmayı ve yok etmeyi biliyoruz. Kırılmaya dayanıklı çocuklar yetiştirmek istiyoruz; çocuklarla bir hayatı birlikte yaşamak, birlikte öğrenmek ya da bildiğimiz öğretmekten ziyade. Zira, onların da kırılacağını biliyoruz. Hoyrat rüzgarlar görenlerin bildiği sır değil; rüzgar ekildi ve fırtına biçilecek. Çocuklara sevgiye, imana, bilgiye değil de güce dair ne var ne yok biliyorsak öğretmeye çalışıyoruz. Bir kısmımız bu konuda acemi; kötülüğe dair, güce dair bilgisi fazla olanlara para veriyoruz, çocuklarımıza öğretsinler diye. Hatta, sanal dünyaya girmeleri, gerçek dünyaya girmelerinden daha az korkutuyor bizi. Zira, dışarıda, ilişkilerde, temaslarda, dünyayla ilişkisinde yaralı o kadar çok insan var ki; bari sanal dünyada bu kadar kırılmazlar deyip, ellerinden tabletleri, oyuncakları almıyoruz.
Ama unuttuğumuz bir şey var: İnsan doğal olarak kırgındır. Anavatanını terk eden insan ruhu bu dünyada cennetler halk etseniz de kırıldığı yeri arar durur. Mezarını arayan insanlarız biz. Bazen onun kederini unutmak için de bahaneler arıyoruz.
Uhrevi, mistik, derinden yaralı olduğumuzu hatırladıkça bahanelere tutunuyoruz. Yoksa bu dünyanın tutulacak da tutunacak da tarafı yok. Belki de bu sebepler “Var biraz da sen oyalan!” dediler.
Oyalanmayanların yüzündeki o derin kırgınlıkla vaktimizi dolduruyoruz. Yine de bir gülümsemedir tüm kırgınlıkların ilacı. Ayaza kesmiş topraklara nasıl ki güneş dokunduğunda toprak bir kedi yavrusu gibi şımarır… Tam da böyle: bir gülümseme tüm yaraları, kırıldığımız yerleri onarır. Onarmanın, onmanın telafisi, hadi diyelim bahanesi bağlanmadır. Bir gün kopacağımızı bile bile bağlanmadır. Zira, bu dünyaya at bağlasan durmaz ama kalbini bir şeye bağlamaz isen hayat durulacak yer değildir.
Toprağa, kadına, çocuğa, mal-mülke, kavgaya, siyasete, aşka, aileye(…) bağlananın elbet de haklı bir bahanesi vardır; ne gam! Mesele bitimsiz kederiyle anavatanından kopan insan ruhunun o onmaz derdinin devasıdır bağlanma. Arayışa, hakikat sevgisine, varoluş sebebini göstermesi için var edene kalpten bağlanma. Bu hal ile bağlananı dünyadan kopan hiçbir fırtına kırmasa gerek!
“Allah’a kaçınız!” ve “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın!” ayetlerinin aslında ilahi bir gülümseme, bir işmar, tüm kırılmaların ötesinde bir kucak olduğu ve hiçbir bahaneye kaymadan kalbe ırmaklar gibi gürül gürül kan pompaladığını anladığımız gün uyanacağız bu kıran döken kâbustan.
Şimdilik kırgınız ve duadan başka merhemimiz yok.
“Hak şerleri hayr eyler…”