Dünya tarihinde her dönemde yalancılar ve riyakârlar olmuştur; en azından yazılan metinler ya da intikal eden sözel kaynaklar bunun böyle olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar.

Fakat bugün garip olan şey yalancıların ya da riyakârların varlığı değil, onlara ve sözlerine gösterilen itibardır.

Bu mesele son yılların en can yakıcı tablolarının da müsebbibidir bana göre. Durduğu yeri hak ve adalette gören, mazlumun yanında duran her insanın hayretle takip ettiği bu,“yalan ve iftiraya rağbet”artık açıktan bir rağbettir üstelik.

Açık hiç kaynağın teyit etmediği, reel hiçbir verinin desteklemediği durum ve hadiseler üzerinden, suni ve taraflı olduğu çok açık değerlendirme ve raporlar gündemde kendilerine yer bulabiliyor ve bir ülke siyasetinde hatta uluslararası ilişkilerde çok garip bir şekilde tesir ortaya koyabiliyor.

Mesela BM’nin artık yapısı itibariyle ne olduğu ve olaylar karşısında nasıl bir tutum sergileyeceği çok belli olduğu halde hâlâ “itibarlı” bir kuruluş gibi ne söyleyeceğine ya da nasıl davranacağına dair beklentiler, dünya siyasetinde önemli olmaya devam ediyor. Çünkü arkasındaki iradeler -daimi üyeler- güçleri itibariyle -adil olamasalar da-yaşadığımız dünyayı ve onun siyasetini etkiliyorlar.

Dünyanın geri kalanı, bu beş üyenin tasallutunu kıramazsa onların güdümündeki BM’den çıkacak taraflı ve tutarsız tutumlara “itibar ediyor-muş” gibi davranmaya devam edecek. İşte bu mücbir sebeple güçlenerek haksızın karşısına dikilmek gerekir. Bunun için de önce güçleri birleştirmek ve akıl ile de bu gücü yönetmek kaçınılmazdır.

Bir başka riyakâr güruh da kredi derecelendirme kuruluşlarıdır. Kime hangi koşullarda oy verdikleri ya da indirdikleri artık çok belli olan bu kuruluşlar tarafından verilen notların, piyasalar tarafından hâlâ itibar görmesi de anlaşılır gibi değil. Dünya da hakkı önceleyen ama bu güruh karşısında yeteri kadar güç elde edememiş kahir ekseriyetin varlığı ortada olmasa “Bir yalancılar çağı mı?” diyesi geliyor insanın.

Çıkarlar ve menfaatler yalan ve iftirayı bir tutunma aracı olarak kullanıyor ve bu da çok belli aslında. “İtibar ediyor-muş” gibi yapanlar da aslında neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok iyi biliyorlar. Fakat “rakip” olarak gördükleri ve tahtını sarsmak istedikleri zihniyeti ya da devleti, onun liderini de bu yalana sarılarak devirebileceklerini düşünüyorlar. Siyasette “erdem” arayışında olmayanların tuttuğu en güncel yol bugünlerde “açık yalan ve açık ikiyüzlülüğe”itibar oluyor maalesef.

Kendi ülkemizde de bir başka boyutta yaşıyoruz “yalan ve iftiraya itibar” gerçeğini. Geride bıraktığımız seçimler bunun en ayyuka çıktığı görüntüyü verdi bize. Bir iktidarı devirmenin aracı olarak gerçek bir yol ve yöntem ortaya konamayınca ve daha ilerisi vaat edilemeyince, aslında olanların “olmadığı” ya da yapılanların “yıkılacağı” replikleri muhalif siyasetin ana propagandası halini aldı.

Seçmenin önemli bir kesiminin itibar etmediği “inkâr ve yıkma” siyasetine hiç de itibar edilmedi diyemeyiz. Aslında kendileri yapsa göklere çıkartacakları icraatları ne için itibarsızlaştırdıkları gayet açık; fakat bu açık tavra itibar da yine o oranda açık.

Görünene “yok” demek, hakikati örtmek, yalanı itibarlı yapmak hem uluslararası siyasetin hem de iç siyasetin gündemindeyken, gerçek bir huzur olamayacağı gibi belirsizliklerin belirginliğinin sağlanması da mümkün olamaz…

İnsanın kendi eliyle hakikate ulaşması bir imtihanı başarmak olacaktır. Zira Allah, imtihanı kaybeden kullara, “hak geldi batıl zail oldu” der ve hem de ne güzel der; adaletiyle, merhametiyle ve herkese de hissesince…