Siyasette öne atılanların, iktidara muhalefet etmeye gayret edenlerin hal-i pürmelalini, Mustafa Sabri Efendi’nin; “Kişiyi eğer işi övmüyorsa onu övmeye kalkan, fasihte olsa saçmalar” sözünü hatırlatıyor.

Ne gariptir ki her şeyi ile ortada olanlar, yaptıkları işlerle ya da daha doğrusu yapamadıklarıyla kendilerini ortaya koyanlar, sadece “söz”lerle kendilerine hak etmedikleri sıfatlar atfetmeye kalkıyorlar.

Oysa gerçek anlamda göz dolduracak icraatları olanların, söze de ihtiyacı olmaz. İşleri onları zaten anlatacaktır. Tıpkı Marshall Berman’ın, “Nasıl bir ürün; öyle bir ürün ki sahibinin bile tahmin edemediği yerlere kendi kendisini taşıyan bir ürün” ifadesiyle, fazla söze gerek bırakmayan tanımlamasında olduğu gibi.

Fakat bugün milletin önüne geçerek onlardan oy talep eden İnce ya da Akşener’e sormak lazım, “Sizi millet nezdinde övecek bir işiniz var mı?” diye.

Özellikle de İnce’ye sormak lazım, “Sizin de, Afrin kahramanı Korgeneral İsmail Metin Temel gibi milleti duygulandıran, coşturan bir icraatınız var mı?” Bu soruya hakkınca cevap veremeyecek bir siyasetçinin, önce bu milletin ortak değerlerine saygı duyması lazım.

“Apoletlerini sökeceğim” dediğiniz komutan, şu anda millete mal olmuş bir isimdir. Yüreklerdeki yeri ise çok belli, en azından İnce’nin bulunduğu yere göre…

Oysa İnce’nin bırakın millet için ne ifade ettiğini daha kendi partisindeki yeri dahi belli değil. Adeta Kılıçdaroğlu’nun ekibi tarafından sahaya terkedilmiş vaziyette. Üstelik Kılıçdaroğlu bunu ilk defa da yapmıyor.

Kılıçdaroğlu aslında çok hırslı olduğu bir makama, “teknik” sebeplerle aday olamadığını iyi biliyor. Gücünün Erdoğan’ı yenemeyeceğinin farkında… Ama bir başkasını destekleyerek oraya getirme konusunda da hiç istekli olmadığı çok açık…

Çatı Aday konusunda da İhsanoğlu’nu yalnız bırakmadı mı? Adeta “ne halin varsa gör” der gibi. Bugün de İnce aynı kaderi yaşıyor, CHP’nin içinden biri olarak ama öteki CHP’denbiri olarak tabi.

Bir siyasetçi “umut” vererek ancak kitleleri arkasından sürükleyebilir. Bırakın umut vermeyi, hep “yıkacağız, durduracağız, geriye döneceğiz” diyerek bir yol bulacağını sanan bir muhalefetle karşı karşıyayız; hem de ağız birliği etmişçesine.

On altı yıllık bir iktidarın karşısında ondan daha fazla “umut” olması gereken bir muhalefet, bunu yapamadığı gibi, sadece “Talk Show soslu konuşma”larla yetinme yolunu tercih ediyor.

Muhalefetin bırakınız somut vaatlerini, bir 3D animasyonla takdim edebilme becerisi dahi yok. Oysa iktidar her türlü avantajı elinde bulundururken, “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” derken dahi, bütün projelerini gerçeğe yakın simülasyonlarıyla tanıttı. Seçmenin kafasında, “neyin nasıl olacağı” çok belirgin olarak şekillendirildi.

Muhalefete bir seçmen olarak şu soruyu yöneltme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyorum. Sizi övecek bir işiniz dahi ortada yokken, sözlerinizi dahi tutarlı bir zemine oturtamazken biz sizi nasıl övelim? Mustafa Sabri Efendi’nin sözüne tekrar döneceğim. Sizi översek, gerçekleri görenlerin gözünde “saçmalama” ithamıyla karşılaşmaz mıyız?

İktidara talip olan herkese candan bir çağrı; Ne olur! Bu millete umut olamayacaksanız, sırf duygusal, egoist gerekçelerle milletin karşına çıkmayın. Çünkü Türkiye’nin geldiği seviye, içinde bulunduğu koşullar çok ciddi olmayı gerektiriyor.

Talk Show tarzı siyaset bu ciddiyeti bir hayli aşağı çekiyor. Fırsatlar da çok ciddi, tehditlerde. Türkiye’yi büyütmeyi düşünen her siyasetçinin önünde duran bu gerçek sadece Erdoğan’ı mahsus değildir.

Ama birileri, “bana Batı ya da kuklaları saldırmaz” diyorsa bunun mantıklı bir izahını yapmak zorunda. Çünkü Batı’nın bize biçtiği rol belli… Bu rolü kabullenmeyecek her lider saldırıya uğramıştır, uğramaya da devam eder.

Batı karşısında el bağlayanları kastetmiyorum tabi. Onlar milletin vicdanında zelil olmuşlardır.

Milleti kandırmaya gerek yoktur. Bu saatten sonra Türkiye’ye karşı saldırıların duracağı nokta “güçle ile denge”dir.  Savunma sanayii başta olmak üzere ekonomi, siyaset ve bütün dengelere sirayet eden bir güç… Bunun dışındaki her durum bu saatten sonra sefalet demektir…

Gerçeği görmek, tezviratları ona göre savuşturmak zorundayız. Zihin bulandırıcılar bugünlerde yeni bir yol deniyorlar. “Toptan ret” yerine milletin kabullendiği, gönlünde yer etmiş on gerçeğin yanına iki, üç iftira ekleyerek sunmak… Uyanık olunmazsa bunun tahrip gücü çok daha fazla olur.

“Bak, adam iktidarı övüyor da eleştiriyor da, objektif yani.” demek her zaman gerçeği görmek değildir. İspatı olmayan bir iftira doğrulanamaz ama zihinleri bulandırmaya yeter. Üstelik bu iftira, “ben uzun yıllardır Erdoğan’ın dibinde bulundum” diyenlerden gelirse…