Rivayet edilir ki Cengiz Han batıya, Türk ve İslam dünyasına sefer yapmak istemez. İşbirliği yapmak üzere Özbekistan’a elçiler gönderir. Özbekistan yöneticileri gelen elçileri öldürür ve de başlarını Cengiz Han’a gönderirler. Cengiz Han çok öfkelenir, ordusunu toplayarak Semerkant’ı zapt eder. Şehrin önde gelenlerini toplar ve onlara şöyle seslenir: “Söyleyin bakayım, hangi yanlışı yaptınız ki Allah benim gibi bir belayı size gönderdi?”
Cengiz Han’ın yakıp yıktığı Özbekistan yine torunları tarafından imar edilir. Müslüman olarak Türkleşen torunlar İslam’a büyük hizmetlerde bulunurlar. Hani denir ya, Allah alimden cahili, cahilden alimi çıkarır. Cengiz’in durumu buna benziyor.
Uzun bir dönem bilimde, sanatta zirve yapan Özbekistan, Cengiz’den yaklaşık 650 yıl sonra Ruslar tarafından işgal edildi. İslam aleminin zirve mekanları dinsiz bir rejimin peyklerinden birisi oldu. Sovyet rejimi çökünce, diğer Türk devletleri gibi Özbekistan da bağımsızlığını kazandı. Ancak Sovyet döneminden kalma yönetici İslam Kerimov ülkeyi aynı usullerle yönetmeye devam etti. Sovyet yönetimini aratmayan bir rejim uygulayan Kerimov, adı İslam olmasına rağmen Özbek halkına büyük sıkıntılar çektirdi. İslam medeniyetinin yıldızı, önce Rusların, sonra Sovyet kafalı adamların elinde öksüz ve yetim kaldı.
Özbekistan’da 27 yıldır hüküm süren İslam Kerimov’un ölümüyle birlikte bir dönem kapanmış oldu. Yeni yönetime gelenler bunun farkına varıp halkıyla ve değerleriyle barışık bir tutum sergilerler diye umut ediyorum.
Özbekistan 32 milyon nüfusuyla altın, uranyum gibi stratejik yeraltı kaynaklarına sahip bir ülke. Dünyada pamuk üretiminde ilk sıralarda. Türk Cumhuriyetleri içerisinde Kazakistan’la birlikte önemli bir konuma sahip. Kazakistan’ın aksine nüfus yapısı da homojen; yüzde 80’den fazlası Özbeklerden oluşuyor. Rus nüfus oranı yüzde 5’i geçmiyor. Hem toprak olarak, hem de nüfus olarak yaklaşık Türkiye’nin yarısı büyüklüğünde. Türk devletlerinin oluşturduğu TÜRKSOY’un üyesi. Türkiye de bu kuruma üye, ama hiçbir büyük faaliyetini duymadım.
Bundan 5 yıl önce küçük işletmelerin gelişimine yönelik bir toplantı nedeniyle yaklaşık 50 ülkenin temsilcileriyle beraber İslam Kerimov’un davetlisi olarak Taşkent’e gitmek üzere yola çıktık. Atatürk Havaalanında Özbek hanımlar yoğun faaliyet içerisindeler. İstanbul’dan aldıkları ürünleri bohçalar halinde bagaja verme telaşındalar. Çok uçuş yaptıkları için avantaj kartlarıyla daha fazla bagaj hakkından faydalanıyorlar. Özbek Havayolları’yla vardığımız Taşkent’te kalabalık bir heyet tarafından karşılandık. Geleneksel Özbek takkeli, ince işlenmiş desenli kaftanlarıyla büyük klarnet benzeri üflemeli çalgılarıyla kalabalık bir müzik topluluğu alanda bayram havası estirdi.
Kalabalık bir teşrifatçı eşliğinde otele vardık. Türkiye’den gelen her konuğa üç mihmandar vermişlerdi. Önce bunun bize gösterilen ehemmiyetten kaynaklandığını düşündüm. Program çok detaylı ve her dakikamız dolu idi. Benim mihmandarlarımın biri tercüman, birisi üniversite rektör yardımcısı, diğeri ise bir meslek örgütünün başkanıydı.
Her resmi programda adetim üzere ufak tefek korsan programlar yaparım. Bu huyumu bilen arkadaşlar, “Burada program yok mu?” diye sordular. “Gündüz doluyuz, akşam bir şeyler yaparız” dedim. Ancak rehberler göz açtırmıyor. Sabah erkenden otelden alıyor, akşam yatmak üzere otele gidinceye kadar yanımızdan ayrılmıyorlar. Bu durum beni huzursuz etti. Zaman ilerleyince fark ettik ki, bu rehberler bize hürmeten değil, program dışı herhangi bir şey yapmayalım diye bizi takip ediyorlar. Hele Türk olmamız daha bir önem arz etmiş olmalı. Ama her şeye rağmen birkaç küçük korsan program yaptık.
İslam Kerimov’un açış konuşmasını yapacağı toplantı salonuna erkenden götürüldük. Türkiye’den gelen birisi olarak Özbek kardeşlerimle sohbet edip hal hatır sorayım istedim. Ancak davetliler dışında herkes görevli; onlarda da büyük bir tedirginlik hissettim.
Kerimov’un konuşacağı salonda büyük bir heyecan hakimdi. Salonun boş kalan koltukları görevliler tarafından dolduruluyordu. Ben de sıranın baş tarafında oturuyorum, yanımda bir Özbek bayan oturuyor. Bayana Türkçe “Merhaba” dedim, ses vermedi. Herhalde anlamadı diye İngilizce “Merhaba” dedim, gene cevap vermedi. Toplantı bitince durumu anladım: Sinema düzenli salonun bütün sıralarının başında polisler oturuyormuş. İslam Kerimov konuşmasını bitirince sıraların başında oturan görevliler salonu terk etti.
İslam Kerimov uzun bir konuşma yaptı. Özbekistan’da ekonomi adına yaptıklarını uzun uzun anlattı. Toplantı bitince her tarafı tarih kokan büyük bir lokantada yemek ikramı oldu. Her yer en ince detayına kadar farklı desenlerle süslenmiş. Burası lokantadan çok bir müzeyi andırıyor. Özbekistan halk oyunları ekibi yemek boyunca gösteri yaptı.
Heyet olarak geleneksel sanatların öğretildiği meslek okulu veya kurs benzeri bir yere gittik. Burada ahşap oymacılığı, kadın kıyafetleri, halı ve kilim üretimine kadar birçok sanat dalında çalışmalar yapılıyor. Geleneğin korunması açısından yapılan işin önemi tarihi mekanları görünce ortaya çıkıyor. Tarihi mekanlar bakımlı ve temiz. Demek ki bu kurslarda yetişen elemanlar tarihi mekanların bakım ve onarımında çalışıyorlar. Tarihi mekanlardaki yeni binalarda eski usule uygun yapılıyor.
TAŞKENT
Başkent Taşkent 2,5 milyon nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük kentlerinden birisi. Şehirde hem tarihi mimariye, hem de modern mimariye dayalı eserleri görmek mümkün. Ancak geleneksel mimari daha ağır basıyor. Taşkent düz bir arazi üzerine kurulmuş, geniş caddelere sahip oldukça yeşil bir kent.
Tarihi cami ve medreselerin olduğu bir bölgede bulunan kütüphanede Hz. Osman’ın (r.a.) Kur’an-ı Kerim mushafının orijinali var. Kur’an metnini okumaya çalışırken yanımdaki üniversite hocasının bana hayretle baktığını gördüm. Öğle namazını açık olan tek camide eda ettik. Anlatılanlara göre 20 yaşından aşağı olanlar camilere giremiyormuş. Hiç ezan sesi de duymadık. Koca Taşkent’te bir tane cami açık. Mescitler, medreseler öz yurdunda garip. 20 veya 30 kişilik bir cemaatle öğle namazını kıldık. Namazdan sonra mihmandarlık yapan hocanın duygulandığına şahit oldum. Sonra kendisinin bu mahallede büyüdüğünü çocukken Kur’an eğitimi aldığını ifade etti. Anladım ki hüzün boşuna değil.
Dedim ya korsan program yapmasam olmaz diye. Taşkent’in alışveriş pazarlarından birisine giderek mümbit arazilerin nimetlerini yakından gördük. Bu pazar bizim semt pazarlarına benzemiyor; üstü kapalı çok geniş bir alan. Satış yerleri çok güzel düzenlenmiş, uzaktan bakınca bir sanat eseri gibi duruyor. Satıcılar Türkiye’den geldiğimizi duyunca bizimle daha yakından ilgileniyorlar. Ürünlerini Türkiye’ye satmak isteklerini beyan ediyorlar. Pazarda her ne ararsan bulunuyor, tıpkı bizim pazarlar gibi. Benim en çok dikkatimi çeken bölüm ekmekçilerin olduğu tezgahlar. Ekmekler çinili tabaklar gibi desenli, adeta yemek için değil de seyretmelik. Galiba Özbekler ekmeği de mimari ürün sanıyorlar. Farklı desenlerde bin bir çeşit ekmekler tezgahlarda müşteri bekliyor. Meyveler bizdekinden daha büyükler. Kuruyemişlik ürünler de daha zengin ve büyük. Örneğin kurutulmuş siyah üzümler kocaman…
Yıldırım Beyazıt Han’ı Ankara savaşında yenen, İslam beldelerini yerle bir eden Timur’un burada imajı çok farklı. Emir Timur devletin kurucusu olarak büyük bir sevgiye mazhar. Büyük bir parkta at üstünde kocaman bir heykeli var. Geleneksel mimari tarzda yeni kubbeli çadırı andıran bir bina Timur müzesi olarak faaliyet gösteriyor. İçerisinde o döneme ait resimler tablolar var.
SEMERKANT
Katılımcıları bir günlük bir turla, Semerkant ve Buhara’ya götürdüler. Tren istasyonunda rehberlik yapan bir üniversite hocasıyla epeyce sohbet etme imkanı oldu. Ortak dostlar üzerinden bir kardeşlik muhabbeti yaptık. Anladım ki resmi duruşun altında ciddi bir kardeşlik yatıyor…
Trende 50 ülkeden gelen renkli delegasyonla pencerelerden Özbek kentlerini seyrederek yaklaşık 2 saatten fazla bir zamanda Semerkant’a vardık. Özbekistan’ın coğrafyası düz, haritası bir tuhaf, sınırları girintili çıkıntılı çizilmiş; kim yaptıysa… Özbekistan’ın denizi yok ama haritaya bakınca ters dönmüş İtalya gibi duruyor.
Semerkant’taki tarihi eserlerin güzelliğini ifade etmeye kelime bulamıyorum. Taşları nakış işler gibi bezemişler. Bu muhteşem eserlerden mimarlarımızın alacağı büyük dersler var.
Semerkant uzun zaman Özbekistan’a başkentlik yapmış, bu günde bir nevi eyalet sistemiyle yönetilen Özbekistan’ın üç eyaletinden biri.
Timur’un yaptığı Rejistan Meydanı göz kamaştırıyor. Sanki insan gökten düşmüş gibi. Kafanızı hangi yöne çevirseniz sizi başka bir alem çağırıyor. Başka bir dünyada yaşıyorsunuz kubbeler minareler sizi kuşatıyor.
Özbekistan’nin bilge kralı Uluğ Bey hem bilim insanı hem de devlet başkanı olarak tarihe altın harflerle yazılmıştır. Matematik ve astronomi bilginidir. Uluğ Bey’in rasathanesi görülmeye değer mekanlardan bir tanesi. Rasathanenin yanında ki Uluğ Bey medresesi dönemin bilim insanlarını yetiştiren önemli bir üniversite. Uluğ Bey rasathanede bizzat çalışmış. Bizimde isimlerini yakından bildiğimiz Bursalı Kadızade Rumi ve Ali Kuşçu bu rasathanenin yöneticiliğini yapmış. Bunlar dışında çok sayıda türbe, medrese, camii tarihin şahitleri, medeniyetin temsilcileri olarak dimdik ayakta. Turkuaz kubbeleriyle, kalın gövdeli taçlı minareleriyle geometrik formların her türüne sahip bu yapılar bugünkü gökdelenlere meydan okuyor.
Önemli bir detay da şu: İlk kağıt Semerkant’ta kullanılmış. Özbekistan’daki bilimsel gelişmeler Osmanlı’yı da etkiliyor. Dönemin en önemli astronomlarından Ali Kuşçu 200 kişilik bilim adamıyla İstanbul’a geliyor. Bu bilim adamları Fatih tarafından büyük destek görüyor. Birçok alim karşılıklı olarak İstanbul ile Semerkant arasında mekik dokumuş, bilgi alışverişi kesintisiz devam etmiş. İpek yolu güzergahında bulunan Semerkant ticarete, bilime ve sanata köprü olmuş.
BUHARA
Buhara’ya öğle saatlerinde varıyoruz. Heyeti önce yemeğe alıyorlar. Geleneksel Özbek sanatlarıyla bezenmiş bir lokantada yemek yiyoruz. Özbek halkoyunları ekibi gösteri yapıyor. Program devam ederken Nakşibendi Hazretlerinin mezarını ziyaret etmek istiyoruz. Görevliler bu teklifimizden rahatsız oluyorlar. Resmi programda yok diyorlar. Biz de yemek ve gösteriler devam ederken gidip gelebiliriz diye talepte bulunuyoruz. Görevliler çözüm üretmekte zorlanınca Ticaret Odası Başkanı “Siz merak etmeyin ben bu işi çözerim” diyor ve bizi ayarladığı bir araçla türbeye gönderiyor.
Türbe Buhara’ya 10 km. mesafede, geniş bir külliye şeklinde. Külliyenin geniş avlusu içerisinde cami, medrese, çeşme, kabir gibi çeşitli bölümler var. Burada da her yer ince sanatlarla ince ince işlenmiş. Taşlar, ağaçlar rengarenk desenlerle sizi kendisine hayran bırakıyor. Üstada Fatiha okuyup mescitte iki rekat tahiyyatül mescit namazı kıldıktan sonra ekibe yetişmek üzere şehre dönüyoruz.
Havuzlu bir bahçenin kenarında eşek sırtında bir amca heykeli var. Uzaktan bu bizim Nasreddin Hoca’ya benziyor ama bu eşeğe düz binmiş. Yaklaşınca bunun da Nasreddin Hoca olduğunu öğreniyoruz. Yani hocanın kerametinden sual olunmuyor: Eskişehir’de de yaşıyor, Buhara’da da!
Buhara Kalesi de görülmeye, gezilmeye değer mekanlardan. Küçük ama muhteşem bir mekan İsmail Samani türbesi. Samani hükümdarı İsmail Samani’nin türbesi tuğladan inşa edilmiş. Dörtgen şeklindeki türbenin her noktası süslenmiş, o kadar ince detaylar var ki insanın gözünü yoruyor. Belki kameraların çekimini bile zorlaştırabilir.
Buhara da tarihin içinden tarihe doğru hızlı bir yolculuk yapıp Taşkent’e dönüyoruz. İpek Yolu’nun ortasında bilim ve sanatın merkezi Özbekistan’ı yakından tanımak için en az bir haftanızı ayarlamalısınız. Gitmeden önce tarih ve sanat tarihi okumakta büyük fayda var. Tabii iyi bir rehber de işe yarar.