Son zamanlarda medyada dolaşan pek çok şey vardır ki ne yazık ki edep ve irfanımıza, ahlâk ve âdâbımıza ters düşmektedir. Maalesef hassas konular açıkça ve abesçe TV ekranlarında ya da sosyal medyada dile getirilerek Allah Rasülü’nden bize gelen mirasa halel getirilmektedir. Dil, üslûp ve hâlin abesçe ortaya çıktığı nice manzaralara şahit olmaktayız. Halbuki Rabbimiz davette bile “hikmet ve güzel öğütle” tebliğ yapılmasını emretmiştir.

Biliyoruz ki, “âlemlere rahmet olarak gönderilen” Hak peygamberin davası kıyamete kadar devam edecektir. Bu yola tâbî olan seçkin ve sevdalı kulların da arkası kesilmeyecektir. Onlar “Rahmet Peygamberi”nin gül kokularıyla bezenmiş olarak âleme daima örnek olacak ve bu eşsiz kokuyu civarlarına saçacaklardır. Ne mutlu böylesine bir dava ve bunun sevdasıyla hayatlarını sürdüren erdemli kullara!

Rabbimizin, “Habibi” olma şerefine nail olan güzel Peygamberimizin bıraktığı, manevi serveti alarak insanlara aktaran bu kullar, nice güzel hizmetlerde bulunmuşlardır. Başta Ehli Beyt ve Sahabe-i Kiram olmak üzere, onları takip eden her devirde âlim, salih, âbid, zahid ve mücahitler bu kutlu davanın nesilden nesile aktarılmasına vesile olmuşlardır. Bu arada, onların en belirgin özellikleri de tâbî oldukları eşsiz Peygamberimizin “güzel ahlâkı”na ulaşma gayretleri olmuştur.

Zira O; “ancak güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildiğini” (Muvatta, Husnü’l Huluk 8) dile getirmiş; Yüce Rabbimiz de O’nun bu güzel ahlâka sahip olduğunu; “(Habibim!) Muhakkak ki sen yüksek bir ahlâk üzeresin” (Kalem 4) buyurarak beyan etmiştir.

O’nun bu ahlakını muhtereme Annelerimizden Hazreti Âişe (ra) şöyle ifade ederek özetlemiştir:

“O’nun ahlâkı Kur’an’dı.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 163)

Allah Rasûlü (sav) Efendimize, peygamberliğe hazırlanışı ve görevinin verilmesiyle en büyük desteği veren Hazreti Hatice Annemiz ve hemen ardından iman ederek pek çok fedakârlıklar gösteren ve nice işkencelere katlanan Sahabe-i Kirama en içten sevgi ve hürmetlerimizi daima arz eder, onlara dualar eyleriz. Onları incitecek her söz ve davranışa da asla tahammül etmez ve reddederiz. Kişinin üslûp ve edebinin en güzel şekilde sözlerine yansıması gerektiğini de ifade ederiz. Çünkü Allah (cc) Annelerimizi bizzat ayet-i kerimesinde şöyle takdim etmiştir bizlere:

“Peygamberin eşleri mü’minlerin anneleridir.” (Ahzab Suresi 6.)

O halde bu konu imanımızın bir gereğidir. Büyüklerimiz onları “Ezvâcı Tâhirât” diye isimlendirmiştir.

Bundan dolayıdır ki, dil ve üslûba dikkat edilmeli, onları ve daha da önemlisi Allah ve Rasûlü’nü incitmemelidir.

ASLİ GÖREVİMİZ

İşte bizler de bu seçkin ve eşsiz davanın birer ferdi olarak, onların bıraktıkları sonsuz nurdan istifade etmeye ve bizden sonraki nesillere aktarmaya gayret etmeliyiz.

Onlar mücahidler olarak diyarlar fethetmişlerdir.

Ya da ilim deryasına girip kana kana içmişlerdir.

Öylesine âlimler çıkmıştır ki hayret etmemek mümkün değildir.

Ama hep İslam ahlak ve edebiyle sirayet etmişlerdir.

Kısacık hayatlarında boylarını aşacak eserler vererek, bu mirasa sahip çıkmaya çalışan o çalışkan insanlardan, Rabbimiz (cc) sonsuz razı olsun. Amel defterlerini doldurup taşırsın. Biliyoruz ki bizler onların yazdıkları eserleri okumaktan aciziz. Allah (cc) bu acziyetimizin idrakinde olmayı nasib eylesin!

İnsanlık bilmelidir ki, insan olmak ve insan kalmak ancak böylesi bir davaya inanmaya ve onu güzel ahlak ile göğüslemeye bağlıdır. Zira o, kişiyi sadece bu dünya hayatında değil, ebedi hayatta da güldürür. Cennetin doruk noktalarına ve Cemal-i İlahî’nin seyrine ancak onunla mazhar olunabilir. İşte bize düşen şey, bu eşsiz hedefe ulaşmak için çalışmaktır. Ama Yunus’un dediği gibi;

Girdim ilim meclisine,

Eyledim kıldım talep,

Dediler ilim geride,

İlla edep illa edep.