Şehir ekmek parası, yalnızlık ve mücadeledir. Köyden şehre göç eden aile; kendisini bir arada tutmaya teşvik eden, sorunlarına odaklı, koruyucu aile kültür merkezleri ile karşılaştı mı? Çocuklara okulda, şehre uyum ve kültürü muhafaza için, seminerler düzenlendi mi? Şehir her sahada, tek başına olmayı pekiştiren bir mekândır.

Köyden şehre göç ediş ile değişime uğrayan aile, Anadolu’nun kültür yelpazesini yaşatmak için, mücadele etse de yavaş yavaş değişime teslim oldu. Beton duvarların arasında şehre adapte olmak için gelenekten, değerlerden, alışkanlıktan ödün vermek, iç dünyayı daim rahatsız etti. Şehir en çok da kimsesizlikti oysa. Ve bu karanlık simada kaybolarak edinilen şehir kimliğine, zaman mutlaka isyan ettirir. Doğduğu toprağı aramaktır bunun adı. Önce siyah beyaz karelerde şehir resimleri hatırları süslüyordu, şimdi ‘köy selfieleri’ ön plana çıkıyor. Şehrin ruhsuzluğunu ve kabalığını idrak edenler, aileyi daha sakin ortamlara taşımanın yolunu arıyorlar. Terk edilen topraklara yatırım yapmamanın pişmanlığı hissetmek bir başka acı. Şehir ruhu yordukça, toprağa açlık başlıyor.

Köylerin boşalması demek, ruhların boşalması demektir. Hava kirliliği, trafik ve yükselen binalar içinde şehrin soğuk yüzünün bir parçası olan insan, huzursuz ve güvensiz. Köyden şehre göç ediş ile şehir kimliği kazanılmadı, şehircilik taklit edildi. Çünkü insan ait olduğu yeri içinde taşır.

Bugün şehir modern aile yüzü ile özgür bireyleri kazandırdı topluma. Peki, üç dil bilen, kendi sahasında donanımlı gençlere, iş imkânı sunacak, projelerini destekleyecek alt yapıya sahip miyiz? Neden birikimli gençler çalışmak için, yurtdışına gidiyor ve neden her gencin rüyası Batı’da eğitim. Evet, modern aile yapısına sahip olduk ama teknik olarak köyden şehre göç ettiğimiz noktadayız. Sanayide, tarımda, endüstride hala batıya bağımlıyız. Halk köyünde ürettiği meyveyi, mercimeği, fasulyeyi, eti, patatesi yiyordu. Şimdi Türkiye şehrin ihtiyacı için, bu ürünleri dışarıdan alıyor.

Aile ekonomisi için kadın da iş sahasına taşındı. Geride kalan çocukların rehberi anne sıcaklığı olamadı. Geleneklerine bağlı, öz kültürüne saygılı, inançlarını korumak için, mücadele eden aile, çocuklarını oyalamak için bebek ellere, hangi oyuncakları verdi. Hayatı tanımaya başlayan çocuklar, gördükleri şeylerin bir parçası olurlar büyüdüklerinde. Makyajlı Barbie bebeklere çocuklar kıyafet giydiriyor oyunlarında ama hiç birinde tesettürlü kıyafetler yok. Sonra çocuktan tesettür bekliyor aileler. Çocuklarımızı hangi masalları okuyarak uyuttuk. Kültürümüzün izlerinde mi dolaşıyor çocuklar büyürken? Kimse kendine sormuyor ben çocuklarımı nasıl yetiştiriyorum diye. Aile dağılıyor diye yazılar yazılacağına, temeldeki yanlışlıklar nelerdir diye onları bulup, yoğunlaşsak problemi çözmeye yaklaşmaz mıyız? Bugünün penceresine Turgut Uyar’ın şu dizelerini bırakıyorum: “Evet, kimsesizdik ama umudumuz vardı/Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk.”