Kendisine başka bir şeyin katılmadığı bir madde için halis, katıksız derler. Meselâ bir zeytinyağı ya da bir süt için denildiği gibi. Ama süte katılan ve kendi dışından olan su, onu katkılı hale getirecektir. Aynı zamanda bu sütün aslı da bozulmuş olacağından alıcı dahi bulamayacaktır.

Bildiğimiz gibi ameller, ibadetler yani kulluğumuz yalnız ve sadece Allah’adır, O’nun içindir. Buna ihlâs denir. Şayet ibadetlerimize başka maksatlar katacak olursak, katkılı hale gelmiş olur. O zaman bunlar da “halis” olma diye de bir şey söz konusu olamaz. Onun içindir ki her rekâtta okuduğumuz Fatiha suremizde Rabbimize şöyle niyaz ederiz:

“(Rabbimiz!) Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz.”

Namazlarımızda böyle dediğimiz halde, diğer zamanlarımızda Rabbimizden başka maksatlar güdersek o zaman gerçek namaz kılanlardan olmamız mümkün değildir. Bu hali ifade eden ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur:

“-Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını önemsemezler, (kılsalar bile) gösteriş yaparlar; iyilik etmeye de engel olurlar.”(107 Mâûn 4-7)

Allah’ımız korusun, böyle bir ibadet ise kıyamet günü kişinin yüzüne çarpılacaktır.

İhlâsın zıddı olan riyakârlık ise, süte katılan su misali amellere dışarıdan yapılan katkıları ifade eder. Böyle insanlara da mürai denir. Ayet–i kerimede bu durum belirtilerek o insanların iyilik yapmak isteyenlere de mani oldukları haber verilir. Zira bu durumları Rablerini “samimi” bir şekilde sevmediklerinin işaretidir.

Riyakârlık, münafıkların da sıfatlarındandır. Münafıklık iki çeşittir. Birisi; itikatta, diğeri ise amelde münafıklık. İtikatta münafık olanlar, kalben inanmayanlardır. Onlar mü’minlere inanmış görünürler. Bir mü’minler yanına, bir kâfirler yanına gider gelirler. İki grup arasında şaşkın bir vaziyette dolaşır dururlar. Ama tabiiki daima kâfirler lehine çalışırlar. Ayet-i kerimede bu halleri şöyle zikredilir:

“-(Müminler ile kâfirler) arasında tereddüt ederler.”(4 Nisa 143)

Onlar namaz da kılarlar ama nasıl ve niçin?

“-Namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar; insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı da çok az zikrederler.” (4 Nisa 142)

Onlar bukalemun gibidirler. Bulundukları yerin rengine hemen uyuverirler. Böylece renklerinin ne olduğu kolay kolay bilinemez.

Asr-ı Saadet’ten beri mü’minler ve İslâm devletleri hep bunlardan çekmiştir. Müslümanları kandırmak için onlara, mü’min ağzıyla konuşmuşlar, arkalarını dönünce de kâfirlerle işbirliği yaparak en ağır darbeleri vurmuşlardır. Onun için uyanık olmak, insanların yaşayış ve tatbikatlarını iyi öğrenmeden kesinlikle güvenmemek şiarımız olmalıdır. Zira bu insanlar, gerçekten tövbe etmedikçe ve yaşayışlarını da ancak Rableri için kılmadıkça, gerçek mü’min olamazlar. Bu husus ayet-i kerimede şöyle haber verilir:

“-Ancak (bunlardan) tevbe edenler, hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini Allah için halis kılanlar müstesna. Bunlar mü’minlerle beraberdirler. Ve Allah, mü’minlere büyük mükâfat verecektir.” (4 Nisa 146)

Demek ki itikatta münafıklığın kurtuluşu ancak samimi bir şekilde imana gelmekle mümkündür. Yani küfürden sağlam bir tevbe, iman ve İslâm’a aşk ve muhabbetle sarılmak şarttır. Yoksa bunca oyunları oynayıp Allah’ın dinine zulmeden ve mü’minlere binlerce acı çektiren, o hainlerin cezaları çok acı olacaktır:

“-Şüphesiz ki münafıklar, cehennemin en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.”(4 Nisa 145)

Diğeri de amelde nifaktır ki, bu bölümü konumuza yani ihlâsın zıddı olan riyaya girer. İşlerinde ve amellerinde Cenab-ı Hakk’tan başkalarının da rızasını aramaktır. Bu ise niyete ait olduğu için “gizli şirk”e götürür. Mevlâmız bu hali mü’minde görmeyi hiç sevmez. Zira O’nun eşi ve ortağı yoktur. Bütün ortaklardan uzaktır. Ve Kendi’sine ortak tutanı O, ortağıyla baş başa bırakıverir. Bir kudsi hadiste şöyle buyurur Rabbimiz:

“-Yüce Allah buyurdu ki; Ben ortakların şirketten en uzağıyım. Kim yaptığı bir işe benimle beraber başkasını da ortak kılarsa, o kimseyi ortağı ile baş başa bırakırım.”(Müslim, Zühd, 46)

Mesela; insan namazı ‘spor olsun’ diye kılarsa; orucu “sıhhat kazanırım” düşüncesiyle tutarsa; ya da Hacca giderken “insanlar bana hacı desinler” niyetiyle giderse bütün bu amelleri boşa gider. Hayırlar yapıp da bunlarla halktan rağbet bekleyen adamın hali de böyledir. Hatta harp meydanında savaşarak can veren adamın niyeti de sadece Rabbinin rızası ve O’nun mübarek adını yaymak olmalıdır.

İBRET VESİKASI BİR HADİS-İŞERİF

Ebu Hureyre (ra) dedi ki; ben Rasûlüllah’ı (sav) şöyle söylerken işittim:

“-Kıyamet günü aleyhine hükmolunacak halkın birincisi, şehid edilen bir adam olacaktır. O kimse (huzur-u ilahiye) getirilir. Allah ona verdiği nimetleri (bir bir) anlatır. O da bunları bilir (ve hatırlar).Cenab-ı Hakk:

-Bu nimetlerin arasında ne yaptın, buyurur. Kul:

-Senin rızan uğrunda dövüştüm ve nihayet şehit düştüm, der. Cenab-ı Hakk:

-Yalan söylüyorsun! Fakat sen; (hakkında) kahraman denilsin; diye dövüştün. Bu söz de söylendi. Sonra Allah emreder de yüzüstü sürüklenir. Neticede ateşe atılır.

İlim öğrenmiş (başkalarına da) öğretmiş ve Kur’an okumuş bir kimse (huzur-u ilâhiye) getirilir. Cenab-ı Hakk ona da verdiği nimetlerini (tek tek) anlatır. O da bunları anlar. Allah:-Bu nimetler içinde (bulunurken) ne işledin, buyurur. O:

-Senin rızan uğrunda ilim öğrendim ve başkalarına da öğrettim ve Kur’an-ı Kerim okudum, der. Cenab-ı Hakk:

-Yalan söylüyorsun! Lakin sen o ilmi, sana bilgin kimse denilmesi için öğrendin. Kur’an-ı Kerim’i de (iyi bir) okuyucu denilmesi için okudun. Bu söz de istediğin gibi söylenmiştir. Sonra Cenab-ı Hakk emreder de yüzüstü sürüklenerek (cehennem) ateşine atılır.

Allah’ın kendisine geniş (çapta zengin)lik ve her sınıf maldan verdiği diğer bir kimse de getirilir. Allah buna da (verdiği) nimetleri (ayrı ayrı) anlatır, o kimse de nimetleri bilir (hatırlar). Allah Tealâ;

-Bu nimetlerin arasında bulunurken ne gibi hayırlı iş yaptın buyurur. Kul;

-Sevdiğin yollardan rızan için (para) harcamadık bir iş bırakmadım, der. Cenab-ı Hakk;

-Yalan söylüyorsun! Fakat sen bunları, sana; cömert denilmesi için yaptın, (beklediğin bu söz de) söylendi. Sonra Cenab-ı Hakk emreder, bu kimse yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.” (Müslim, İmare, 152)

Hakikaten hepimiz için ibretler var bu güzel hadis-i şerifte. Hiçbirimiz amellerimize güvenmeyelim ve mutlaka önce niyetlerimizi düzeltelim. Zira Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar:

“-Ameller (in sıhhati) ancak niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiği (nin karşılığı) vardır.”(Buhari, Eymân 23; Müslim, İmâre 33; Tirmizi, Fezâilü’l-cihad 16)

Zaten ihlâsın tarifinde de niyeti temizlemek manası geçer.

Evet, ihlâssız amel, insana sadece yüktür, ondan fayda sağlanamaz. Seyyid Emir Külâl (r.al.) de;“İhlâssız amel, sahte para gibidir, kabul edilemez,” der.

Hakikaten öyle değil mi? Bütün sahtelikler ve sahtekârlıklar, aldatmacalar ve hileler ortaya çıktığı zaman hoş görülemez ve kişinin şahsiyetini zedeler. O zaman biz riyakârlığa, şahsiyet bozukluğu da diyebiliriz. Bu bir hastalıktır ki, mü’min bundan kurtulmak için gayret etmelidir. Münafıkta ise bu hastalık meleke haline gelmiş ve ruhlarına işlemiştir. Bu yüzden onların azabı, kâfirlerinkinden daha fazla olacaktır.

NİFAKTAN KURTULMANIN YOLU

Mü’mine düşen vazife odur ki; kendisinde münafıklara benzeyen kötü haslet ve hastalıklar varsa onlardankurtulmaktır. Onun da ilacını herhalde bir nebze anlamış olacağız:

Niyet temizliği: Bu hakikaten çok önemlidir. Düşünün, sadece Rabbimiz için kılınan iki rekât namaz, insanlar “ne takva ehli bir adam” desinler diye kılınan, bin rekât namazdan daha hayırlıdır. Hatta daha ileri giderek bir örnek verecek olsak;

Meselâ; insan yemek yiyecekken, su içecekken Allah’a ibadete kuvvet bulabilmek için yer ve içerse, yediği ve içtiği de ibadet vasfı kazanır. Bilirsiniz ki niyetin farz olduğu yerler de vardır. Kişi namaza niyet etmeden dursa, namazı olmaz.

İhlâsa ulaşmak için ilim de gereklidir. Zira ilim insanı düşeceği uçurumlardan muhafaza eder. Yüce Allah şöyle buyurur: “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(39 Zümer, 9)

3.Salihlerle yani iyi insanlarla oturmalı, âlimler ziyaret edilerek, onların ihlâslı hallerinden bizzat örnekler almalıdır.

4.Dünyevi hırslara mani olmak gayesiyle hastalar ve kabirler ziyaret edilmeli, dünya için riyakârlığın insana hiçbir fayda sağlamayacağı nefislerimize anlatılmalıdır.

5.Mevlâ’yı Zü’l Celâl’imizin sevilmeye lâyık olduğunu, O’nun her şeye sahip olup, Kendisi’ne kulluk yapanları bol ve sonu olmayan bir mükâfatla güldüreceğini bilerek O’nun için gözyaşlarıyla secdeye kapanmalıdır.

6.Ve O’na daima dua ederek;“Ya Rabbi! Bize sadece Sen’in rızan için kulluk yapmayı ve muhlislerden olmayı nasip eyle”, diye yalvarmalıdır.

Rabbimiz hepimize ihlâslı olmayı nasib eylesin kardeşlerim!

DİNİ YALNIZ ALLAH’A HALİS KILMAK

O yüce Mevlâmız Kur’an-ı Kerim’inde bu manâyı şöyle emir buyurur:

“-Hâlbuki onlar, dini yalnız Allah’a has kılarak ve doğruya yönelerek, Allah’a ibadet etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emir olunmamışlardı. Zira dosdoğru din bu idi.” (98 Beyyine 5)

Hakîm olan zatlardan birisine soruldu:

-Muhlis (yani ihlâs sahibi) kimdir?Şöyle cevap verdi:

-İyiliklerini gizleyen; tıpkı kötülüklerini gizlediği gibi.

Bütün bu güzel hasletler, ihlâsta ileri seviyeye ulaşmış salih kulların halleridir. Tabiidir ki bizler de “dünyalık yönünden kendimizden aşağıdakilere, manevi yönden ise kendimizden üstün seviyedeki kullara” bakarak ibret alacağımıza göre; o güzel insanlara benzemeye çalışacağız.

Öyleyse “Bunlara ulaşılamaz, o insanlar yaşamış biz yaşayamayız” demek çok yanlıştır. O halde yukarıda sayılan güzel hasletlere yapışmak suretiyle, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerdeki sadece Allah için kulluk şuuruna ulaşacağız inşaallah.

Tabii ki zıt olan şeylerden de kaçınmamız gerekir. Yani riyakârın amel ve işaretlerinden. Bu konuda Hz. Ali Efendimizin şu sözleri dikkate şayandır:

Riyakârın dört nişanı vardır:

Yalnız kalınca tembeldir, halk arasında neşelidir, övülünce amelini artırır, yerilince amelini azaltır.

Ameldeki nifakı yukarıda anlatmıştık. Buna dair Peygamberimiz (s.a.v.)’in şu meşhur sözleri ise, hepimizin unutmayıp, daima kaçınmamız gereken çok önemli hususlardır:

“-Dört şey kimde bulunursa hâlis münâfık olur. Her kim de bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar, kendisinde münâfıklıktan bir haslet kalmış olur. (Bunlar da); kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde ahdini tutmamak, husumet zamanında haktan ayrılmaktır.” (Buhari, İman 24)

İşte Allah’ın Rasûlü (sav) Efendimiz, amelde münâfıklığın belli başlı unsurlarını böylece belirtirler.

Anlaşılan odur ki; kulluk ölçüsü samimiyettir… Sadece Allah için yapmak.

O halde ihlâs konusunda titizlik göstermeliyiz. Amellerimizin boşa gitmemesi için sadece Rabbimizin rızasını gözetmeliyiz. Zaten insana da bu yakışır.

Bir düşünsek kardeşlerim;Şu koskoca kâinatı ve onun içindeki akıl almaz nimetleri yaratan, bizi de onların en üstünü olarak halkeden Rabbimizden, daha yüce kim olabilir ki!

Sadece O’nun için kulluk yapıp, halis bir niyetle O’na bağlananlar mı daha çok kâr elde eder yoksa;O’ndan başkasının rızasını, sevgisini isteyen mi?

O’ndan gayriye yaranmak isteyenler ahmak olmaz mı?Zira Rabbimizden başkaları sadece bir hiçtir. Dünyanın padişahı da olsalar…Çünkü onları da yaratan yüce Allah (c.c)’dır.Onları da doyuran, besleyen ve büyüten O değil midir?

Yaşatan, hava ve nimetler bahşeden; ama bir gün de öldürüp Kendisi’ne döndürecek olan yine O’dur…

Öyleyse; kendileri de muhtaç olan, doğan ve ölen kimselere yaranmak ya da; fani olacak şu dünyanın geçici varlık ve mansıbına kul ve köle olmak hiç de akıllıca bir iş değildir.

Demek ki gerçek olan, ol yüce Mevlâ’mıza kul olmaktır. İhlâs, aşk ve muhabbetle sadece O’na kulluk yapmaktır…Cihan Sahibini bilmek, yanmak ve O’na teslim olmaktır…Gönül sarayının Padişahı olarak, daima O’nu görmektir.

Hakiki imanı, teslimiyeti ve sevdiğimiz Mevlâ’mızı kısa ve öz olarak anlatan, hacim olarak küçük ama manâ olarak çok büyük olan sure-i celileye de “İhlâs” adı verilmiştir. O’nu küçücük yavrular bile bilir. Mealen şöyle buyrulur:

“-De ki; O ALLAH bir’dir. Allah SAMED’dir. (Kendisi hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O’na muhtaçtır.) Doğurmamış, doğmamıştır. Hiç kimse (ve hiçbir şey) de O’na denk değildir.”

Büyüklerimiz ne güzel demişler;

İnsanlar helâk oldu, âlimlermüstesnâ. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amil olanlar müstesnâ. Amel sahipleri de helâk oldu, ancak ihlâs sahipleri müstesna…

Hakikaten ne güzel bir söz. Çünkü amellerde ihlâsın olmaması, altın suyuna batırılmış demire benzer. Dışı çok güzeldir, hatta altın zannedilir, ama bir miktar kullanılınca veya bekleyince ne kadar kalitesiz ve aldatmaca olduğu ortaya çıkar. Onu sarraftan alan adam ise, götürür yüzüne fırlatır.

Rabbimiz kulluk ölçüsü olan ihlâsı yani samimiyeti bizlere de bahşetsin. Onunla yaşatsın, onunla huzuruna alsın.

İHLÂSLI OLSA

Söyleyen dil ihlâslı olsa,

İşiten kulak Hakk’a yansa,

Allah demek gönülden gelse,

Alem böyle mi olur acep!

Yanarak içler Rabbim dese,

Bakarak gözler O’nu görse,

Koşarak kullar O’na gitse,

Âlem böyle mi olur acep!

Gönüller hep O’nunla olsa,

Kalpler daim O’nunla atsa,

Bin bir zerreyle zikredilse,

Âlem böyle mi olur acep!

Rabbim; söyler de yapman dese,

Hani yaşamak diye sorsa,

Dil başka, gönül başka derse,

Cevabımız ne olur acep!

Sehai riyadan uzak dur,

Gönlünü ihlâs ile doldur,

Öğüdü evvel nefse tuttur,

Sonra kullara balın tattır.