Ruh, kendini Nuh aleyhisselam ile yaşıt hisseder mi hiç? Ya da Âdem aleyhisselam kadar ihtiyar? Hissediyor işte…

Öyle anlar geliyor ki, ruhumuzu dinlediğimizde asırlar öncesinden süregelen bir hayatın, binleri aşan bir ömrün yorgunluğunu hissediyoruz… Öyle ya kalu bela’da yaratılmış ruhlarımız. Öyleyse tüm ruhlar birbiri ile neden yaşıt olmasın! Biyolojik yaşlarımızla ruh yaşlarımız birbiri ile ne kadar orantılı bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da ruhumun çağlar ötesinden gelmişçesine asırları aşan ihtiyarlıkta olduğu. Son günlerdeki psikolojim bu.

Sonra, insan 1 saniyede bir sözle 100 yıl birden yaşlanır mı? Evet an geliyor 1 saniyede tek bir sözle 1 asır birden yaşlanıyor insan. İnsanı 100 yıl birden ihtiyarlatan şey o bir saniyenin içine sığacak büyüklükte ağır bir yük aslında. Söz olur ömre bedel. Çökertir bir anda insanı. Çürütür et ve kemiği bir ince ve menhus dert gibi. Ben derim, söz olur ömre bedel; Cengiz Aytmatov der: “Gün Olur Asra Bedel”

İnsan yükü… Evet insan yükü ağır be dostlar…

Geçtiğimiz aylarda memleketim Gaziantep’ten bir engelli kardeşim bir sorunu ile ilgili ziyaretime gelmişti. Oturduk çay içerken hayat hikâyesini anlattı kısaca. Niçin ta Gaziantep’ten kalkıp bana geldiğini anlattı.

Rabbim bana uzun yıllar engelli kardeşlerime STK’larda hizmet etme nimetini sunmuştu. “Özellikle Bana gelmeyi tercih edişinin nedeni bu olabilir mi” diye sordum kendisine.

Gözleri nemlendi ve “Yok be Ali abi” dedi ve ekledi: “İnsan yükü ağır.” Herkese gidilmiyor, herkesin kapısı çalınmıyor, herkese dert yakılmıyor. Son yıllarda duyduğum en ağır ve anlamlı ifadelerden biriydi “insan yükü ağır” cümlesi…

Öyle bir yüktür ki insan yükü an gelir kendi kendine dahi ağır gelir insan…

İnsan yükü, taşınması en ağır yüktür sırtlanacak. Ne bir küfe vardır insan yükünün sığabileceği ne de onu yüklenebilecek kudretli omuzlar…

Ömer Seyfettin’in Diyet’inde Koca Ali’nin koluna inip onu bedeninden koparan satır mıydı? Yoksa insan yükü müydü? İnsan yüküydü tabii. Yüklerin en ağırı…

Aslında tüm sorunlarımızın merkezinde ve yüklendiğimiz tüm yüklerin altında ezilip tükenişimizin tek bir sebebi var. Allah’tan dilermiş gibi yapıp, kuldan dilemek ve beklemek. İnsan yükü altında ezilişlerimiz, sükût-u hayallerimiz hep bundan. Allah’a “miş gibi” inanmak…

Oysa yaşadığımız gibi inanmak yerine inandığımız ve emrolunduğumuz gibi dosdoğru yaşasak gerçek huzura kavuşacağız. Öyle ya Allah’ı anmakla kalpler huzura ermez mi?

Bize Allah’tan başka kimsenin kader yazamayacağına gerçek anlamda iman edip, sadece ondan dilesek ve beklesek başka bir arayışa gerek kalmayacak. Gel gör ki insanoğlu zayıf, insanoğlu nankör, insanoğlu zalim ve insanoğlu ziyanda…

Bazen düşünürüm maazallah yeryüzünde rızık taksimini insan yapsaydı ya da insanlar birbirine kader yazabilseydi nasıl bir yeryüzü olurdu. Tahayyülü bile ürkütücü. Kaos, kargaşa, katliam…

Bize kaldıramayacağımız yükü yüklemeyen Rabb’e kul olmak ne büyük bir nimet. Ve onun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bilmek…

Rabbim! Bize kaldıramayacağımız insan yükünü de yükleme… AMİN…