Fırat Kalkanı’ndan sonra Suriye topraklarında yeni bir askeri operasyona hazırlanan Türkiye, Heyetu Tahriri’ş -Şam (HTŞ) kontrolündeki İdlib’e müdahale etmeli mi, etmemeli mi?

Bugünlerde bu soru sıkça gündeme geliyor.

Her iki şıkkın da büyük riskleri var ve müdahale edilmesini savunanlar da edilmemesini savunanlar da görüşlerini diğer seçeneğin risklerinin çok daha büyük olduğu gerekçesine dayandırıyor.

Tam olarak aynı olmasa da benzer bir tartışmayı DAEŞ’e yönelik operasyon öncesinde de yaşamıştık.

HTŞ’nin DAEŞ’ten farklı olduğu biliniyor.

Fakat HTŞ de El-Kaide bağlantısı nedeniyle Amerika’nın, Rusya’nın ve uluslararası toplumun hedefinde.

En-Nusra Cephesi ismini bırakıp yeni bir yapılanmaya giderek HTŞ adını alması pek bir şey değiştirmiyor.

Türkiye’nin bunu savunması mümkün değil.

Çünkü En-Nusra’nın isim değiştirip HTŞ adını almasıyla farklı bir yapıya dönüştüğü ve El-Kaide’yle hiçbir ilişkisinin kalmadığı söylemini benimsemesi halinde Suriye Demokratik Güçleri’nin gerçekte PKK/PYD olduğunu anlatması zorlaşır.

Dolayısıyla Türkiye’nin HTŞ’ye destek vermesi imkânsız.

DAEŞ’e oranla savaşçı sayısı daha fazla olsa ve Ahraru’ş-Şam gibi gruplara karşı üstünlük sağlasa bile HTŞ, ABD öncülüğündeki bir koalisyona ve asker-sivil ayrımı yapmadan gerçekleştirilecek hava saldırılarına direnebilir mi?

Yoksa Halep gibi bir süre direndikten sonra sivil kayıpların artması üzerine İdlib de kenti kuşatanlara teslim edilir mi?

Grubun Mısırlı ve Ürdünlü müftülerinin verdiği fetvalar ortada.

Dolayısıyla Ahraru’ş-Şam ile dahi çatışan HTŞ ile Suriyeli diğer grupları aynı çatı altında ve ortak bir hedef etrafında toplamak hayal olur.

Sorun da tam olarak burada başlıyor ve olayların bir gün bu noktaya geleceği belliydi.

Muhammed El-Colani, En-Nusra Cephesi’nin El-Kaide’ye biat ettiğini açıkladığı gün Suriye devrimiyle En-Nusra’nın yolları ayrıldı.

HTŞ’nin kendine ait bir projesi var ve bu projeyi İdlib’de hayata geçirmeye çalışıyor.

Söz konusu projenin Türkiye için birinci dereceden tehdit içermediği söylenebilir.

Fakat başarısız olması ve İdlib’i Amerika’nın desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde her geçen gün daha da yayılan PKK/PYD’ye teslim etmesi Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan tehdit eden “PKK koridoru” projesinin tamamlanması anlamına geliyor.

İdlib’in PKK/PYD’nin eline geçmesi halinde Fırat Kalkanı’yla şu ana kadar elde edilen kazanımın da bir anlamı kalmayacak.

Öte yandan HTŞ’yle doğrudan çatışmaya girmenin de birtakım riskleri var.

Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında verdiğimizden çok daha fazla kayıp verebiliriz.

Ayrıca DAEŞ gibi vahşi eylemlere imza atmayan HTŞ’nin İslam dünyasındaki imajı El-Bağdadi’nin örgütünün imajı kadar kirli değil.

Bu durumun olası bir İdlib operasyonunda Türkiye aleyhinde propaganda malzemesi olarak kullanılacağından ve tekfir fetvalarının havada uçuşacağından kuşkunuz olmasın.

Türkiye, oyuna gelmeden ve dayatmalara boyun eğmeden, atacağı ve atmayacağı her bir adımın olası risklerini en iyi şekilde hesap ederek kendi planını uygulamalı.

Örneğin, Fırat Kalkanı alanını genişleterek ve Afrin operasyonunu başlatarak hem terör koridoru hayalini hem de İdlib tartışmasını bitirebilir.