Bilim soyut düşünce ve kavramlarla üretilebilir: Dil bakımından “Felsefe” dikey, “hukuk” ise dikey ve yatay bir derinlik gerektiriyor. Çünkü hukuk da sosyoloji gibi hayatın daha fazlasıyla içinde. Bu sebeple, o sahaya özgü mesleki terimler, on binleri bulabilir ve haliyle halkın bu terimleri kullanması beklenemez.
Sadeleştirme veya moda tabirle arındırma dili kısırlaştırmamalıdır. Türkçenin en sade, yalın olduğu düşünüldüğü dönemlerde bile komşu milletlerden alınan kelimeler vardır ve o dönemin Türkçesinin 7-8 bin kelimeden fazla olduğunun ispatı elimizde yok. Bugün Türkçenin online sözlüklerinde 600 binin üzerinde kelime var. Bunun anlamı, Türkçenin yaşayan bütün diller gibi yaşayan bir organizma olarak kendi dil mantığına uygun şekilde yeni kelimeler üretmiş ve ihtiyaç duyduğu sözleri diğer dillerden almış ve almakta olmasıdır. Bunu bir zaaf olarak görmek Dil Bilimi, Dil Felsefesi ve Tarih gibi önemli disiplinlerden habersiz olunduğunu gösterir.
Türkiye’de diğer disiplinlerde olduğu gibi hukuk diline de yapılan müdahaleler, dilin sadeleştirilmesi amacıyla atılan ölçüsüz adımlar ve bunların ortaya çıkardığı sonuçlar özellikle incelenmelidir.
Her şeyden önce, dilin kullanılışında iş ne eski ne de yeni kelimeler üzerinde bir ifrat veya tefrit noktasına vardırılmamalıdır. Terkip ve tamlamaların bir kısmının -yaşayan Türkçede var olmaması dolayısıyla- terki son derece isabetlidir ve öyle de olmaktadır. Mesela, İdare hukukunda ders anlatırken “İdare-i Vilayat-ı Hususiye Dair Kanun-u Muvakkat” gibi tamlama ve terkiplerin terki faydalıdır. Aynı kelimeleri kullanarak “Vilayetlerin Hususi İdaresine Dair Muvakkat Kanun” orta yaşlı ve hukuk eğitimi almış bir kimse için gayet anlaşılabilir olur. “İl Özel İdarelerine Dair Geçici Kanun” gibi
Terkiplerin, dini edebi ve metinlerde kullanılması anlaşılabilir olsa dahi/bile ancak “hukuk dili”nin bunlardan daha anlaşılabilir olması gerekir. “Menafi-i umumiye” demeyelim, ama “kamu yararı” yanında bir zenginlik olarak, “kamu menfaati” ve “amme menfaati”ni de bir kenarda literatürümüzde tutalım.
Bunun yanında, anlaşılır olmayı hedeflerken kökü olmayan, halkta karşılığı olmayan yeni terimleri zorlamanın da hiçbir anlamı yoktur. İrade yerine “istenç”, hukuk yerine “tüze”, “idari yargı” yerine “yönetsel yargı” gibi…
Bir de asıl önemli konu, bir kelimeyi üretip dile yerleştirirken dilin önceki dönemlerinde kullanılan ve hatta yaşayan dilde halk tarafından anlaşılabilen sözleri atmak gibi bir garabette ısrar edenleri anlamak oldukça zor. Atılan ve tedavülden kaldırdığımız 5-6 kelimeyi biz tek bir söz ile karşılamaya kalkıştığımızda diğer dillerin karşısında zayıf kalmış oluyoruz. Niçin mi?
Günlük dilde “yönetmek” dediğimizde, aslında Türkçenin 1940-50’lerde yazılan eserlerinde kullanılan kelimelerden acaba hangisini kastediyoruz? İcra, idare, tedvir, hükmetmek, nezaret etmek, bazen sevk etmek vs. hangisi? İngilizler bu detaylar için farklı kelimeler “to manage”, to adminsitrate, “to direct”, “to conduct” “to govern”. Türkçenin aralarında ince farklılıklar bulunan kelimelerini sonradan türetilen tek bir “yönetmek” sözüne sıkıştırısak veya hapsedersek diğerlerini yok ederek dile zarar vermiş oluruz.
Onların, “karar” için, decision, judgement, sentence, verdict, resolve… Eğer hakem kararı ise “arbitration” kelimelerini kullanıyorlar. Yani her bunların her biri, kullanıldığı yer itibariyle ince farklılıklarla başka bir ince anlamı içeriyor.
İngiliz’in, Fransız’ın, Rus’un daha zengin bir söz dağarcığıyla üretmesi onların daha güçlü düşünmesine ve ürün vermesine zemin hazırlarken biz kendimize zarar verdiğimizi bile kısıtlı kavramlarla konuşurken fark edemiyoruz.
Ayrıca, adalet, kanun, temyiz kudreti, meşru müdafaa gibi hukuk dilinin yerleşik terimlerini atmaya çalışmak da neyin nesi? “Meşru müdafaa” gibi yüzlerce yıldır kullanılan ve Türk hukuk dilinde yerleşmiş ve herkesçe anlaşılan bir tamlamayı atmaya çalışmanın ne gereği var? Karşılığında düşünülen “yasal savunum” yanlıştır. Çünkü “meşru”nun karşılığı “yasal” değildir. Yasal, kanuninin karşılığıdır. Hem meşru hem de kanuni karşılığında yasalı kullanmak, o kavram bakımından düşünce yeteneğini yarıya indirmeye razı olmak demektir. Bu kelimelerden hınç almaya mı kalkıyoruz: ne uğruna?
Bu köşeye sığmayacak kadar geniş olan bir konuyla ilgili genel önerilerimizle devam edelim:
Hukuk dili anlaşılabilir bir “üstdil” olarak korunmalı ve eğitimli ortalama bir kişi tarafından anlaşılabilir seviyede olmalıdır.Hukuk dilinden ağır Osmanlıca terkiplerin temizlenmesi doğrudur ancak, bin yıldır Türkçeleşmiş ve kazanımlarımıza dönüşmüş olan hak, hukuk, adalet, mahkeme, hâkim gibi birçok kelimenin gelişigüzel ve bilinçsiz şekilde atılmasından kaçınılmalıdır.Türkçeyi coğrafi ve tarihi bağlarından kopartacak bir dil mühendisliğinden vazgeçilmelidir. Türkçeye iyi niyetle hizmet etmek isterken zarar verenler kadar, kötü niyetli ellerin dili kısırlaştırırken tarihi, coğrafi, kültürel bağları ve lengüistik bağları hoyratça ve ustaca koparmalarından da korumamız gerekmektedir.
Yeni kelimelerin alınması ve eskilerin atılması söz konusuysa tarih ve coğrafya ile bağlı olduğumuz bölgelerdeki kullanımlarına bakılmalıdır. Çoğunluğun kullandığı kelimeler tercih edilmeli, Türkçe ağızlar sözcüğünün içerdiği hazinenin dikkate alınması gereklidir.
“Hukuk dili” nasıl olmalı? (1)