21 Eylül Perşembe günü itibariyle Hicrî yılın 1439’un ilk gününü idrak ettik. Dünyamızın, özellikle Müslümanlar için kan ve gözyaşına tanıklık ettiği şu günlerde yeni yılın, yeryüzündeki tüm müminler ve bütün insanlık için hayırlar getirmesini; gönül coğrafyamızda nerede bir mazlum ve mağdur Müslüman kardeşimiz varsa yüzüne selamet kapıları açmasını Yüce Mevlâ’mızdan niyaz ederek yazımıza başlamak isterim.
Değerli okuyucum.
Hicret yaşanılıp biten bir süreç değildir. Aşağıdaki hadis-i şerif, mümin için niyeti ve ameli olduğu sürece, bir diğer ifadeyle yaşadığı müddetçe daimi bir hicret anlayışı içinde olacağını/olması gerektiğini ifade etmektedir.
Hicreti de konu alan ve en çok bilinen bir hadis-i şerifte Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyururlar: “Ameller niyetlere göre değerlendirilir; ve herkes niyeti neyse onun karşılığını bulacaktır. Bu sebeple, kimin hicreti Allah ve Resulü için ise onun hicreti Allah’a ve Resulünedir. Kim de herhangi bir dünyalık ya da kadın (ile nikâhlanmak) için hicret edecek olursa, bu durumda onun hicreti bunlar için olup karşılığını da bu şekilde bulacaktır.”
Demek ki, müminin her bir davranışı, şayet Allah ve Resulünün hoşnutluğunu taşıma amacıyla icra ediliyorsa, her çağda bu temiz ve samimi niyeti onu Allah’ın ve Resulünün rızasına götüren bir hicret gibi değerlendirilebilir.
Nitekim tarihin eski dönemlerinde yaşayan Hz. İbrahim’in başından geçenler de bunu doğrulamaktadır. Hatırlanacağı üzere, içinde yaşadığı toplum, putlarına tapmayı reddederse onu ateşe atmakla tehdit ettiler ve bunu gerçekleştirdiler. Ancak ateş İbrahim’e gülistan oldu. Babası onu servetinden mahrum etmekle tehdit edip, taşlayarak memleketinden çıkarmakla korkutunca, Hz. İbrahim (as) “Ben de madem Rabbime hicret eder, sizleri bırakıp giderim” (Ankebut, 26; Meryem, 48) diyerek, servetini, sosyal statüsünü ve çocukluk hatıraları da dahil olmak üzere her şeyini terk edip Rabbinin razı olacağı yeni bir hayat yaşamak üzere memleketinden ayrılmıştı. Mükafatı gecikmedi. Rabbimiz onun malına, dillere destan olacak “Halil İbrahim Bereketi” ihsan etti. İhtiyarlık çağında ona İsmail’i, İshak’ı ve Yakub’u bağışladı. “Halilim” (Dostum) diyerek onu “Ebul-Enbiya” (Tüm Peygamberlerin Atası) kıldı. Evladı İsmail ile eşi Hacer hürmetine bütün insanlığa Zemzem’i lutfetti. Kabe’yi yeniden inşa ettikten sonra yaptığı dualar kabul olundu ve soyundan Hz. Muhammed Mustafa “Son Peygamber” olarak geldi. İşte bütün bu ikramlar, her şeyini terk eden Hz. İbrahim’e “Rabbine hicret ettiği” için verildi.
Resul-i Ekrem Efendimiz de, canı kadar sevdiği beldesini yaşlı gözlerle terk etti. Fakat Rabbi onu Medine İslam Devletini kurmak ve muzaffer bir komutan olarak döndüğü Mekke’ye tekrar kavuşmakla ödüllendirdi.
O halde diyebiliriz ki, kim Allah için dünyalığı terk ederse, Allah ona dünyalık adına en hayırlı olanı bu dünyadan başlamak üzere ihsan edecektir.
Kim Allah için bir sıkıntıya katlanacak olursa, Allah o sıkıntının karşılığında mutlaka huzur ve rahatlık olarak ona mükâfatta bulunacaktır.
Ne mutlu geçmiş muhacirlere özenen çağımız muhacirlerine…