Ailede Muhammedî muhabbet-4

Değerli okuyucum.

Geçen hafta idrak ettiğimiz Kurban Bayramı vesilesiyle sık sık duymuş olduğunuz ayetlerden biri (Hacc, 37) kurban gibi önemli bir ibadette de aslolanın “Takva” olduğunu vurgulamaktaydı. Bir diğer ifadeyle “Allah’a kulluk şuuru”… Tüm benliğiyle Allah’a kul olabilmenin lezzetini yaşayabilmek ise bir terbiye, bir eğitim-öğretim işi… Bir örneğe, modele ihtiyacı duyulan süreç… Eğitimcilerin önemli bir kısmı insanın karakterinin 2/3’ünün çocukluk yılları sürecinde ailede şekillendiğini ifade ederler. Demek ki, eğitim-öğretim adına, önemli bir unsur, aile… Hele hele günümüz dünyasında kitle iletişim araçlarının hepimizi ve özellikle yeni yetişen nesli esir aldığı şu ortamda, ailenin ve ailedeki eğitimin önemi bir kat daha artmıştır diyebiliriz.

Bugünkü yazımızda, anne baba olarak çocukların en büyük örneği olan ebeveynin, karı-koca vasfıyla birbirlerine nasıl davranmaları hususunda yine Muhammedî Muhabbet’ten bahsetmeye çalışacağız. Çünkü, hayatının her safhasında “en güzel örnek” olan Sevgili Peygamberimiz, aile hayatıyla da hala rehberlik ediyor bizlere…

O, eşine danışırdı”

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, kendisine vahyedilen, “Onlarla istişare et” (Âl-i İmrân, 159) ayeti gereğince farklı zamanlarda, farklı zeminlerde ashâbıyla istişare eder, görüşlerini alırdı. Bu kendisi için son derece tabii bir şeydi. Ancak yaşadığı toplumda pek örneği olmamasına rağmen icra ettiği davranışıyla yeni bir uygulama başlattığını ve ümmetini de bu konuda yönlendirdiğini görmekteyiz: Eşine Danışmak…

Zaman zaman çıktığı seyahatlerde yanında bulunan eşine, karşılaştığı durumlar hakkında danışan Habîb-i Kibriya (sav) Efendimiz, biz ümmetine çağlar üstü örnekliği ile şu mesajı gönderiyordu sanki…

“İstişare eden pişman olmaz!…”

Bunun en güzel örneğini ise, Hudeybiye Antlaşması’nda yaşanan şu hadise oluşturmaktadır. Gelin, birlikte o günlere gidelim…

İslâm ordusu Medine’den büyük bir ihtişamla yola çıkmıştı. Hasret kaldıkları Mekke’yi, duvarına tutunup yüz sürecekleri Kâbe’yi çok özlemişlerdi. Arzuları umre yapmak ve hasret gidermekti. Fakat gelişen olaylar, umre yapmadan ve görünürde Müslümanlar’ın aleyhine olan birtakım maddelere de imza atarak geri dönmeyi gerektiriyordu. Hudeybiye mevkiinde müşrikler ile yapılan bu antlaşmadan Müslümanların neredeyse tamamı hoşnut değildi. Hz. Ebu Bekir misali, “Aramızda bizim görmediğimizi gören, bizim bilmediğimizi bilen Resûlullah var” diyerek teslimiyet gösteren birkaç sahâbî dışında, ordunun çoğunluğu, ihramlarından çıkmak istemiyor ve bu konuda Peygamberimizin arzusunu yerine getirme hususunda işi ağırdan alıyorlardı.

Bu duruma çok üzülen Resûl-i Zîşan (sav) Efendimiz, sıkıntılı bir şekilde çadırından içeri girer. Bu yolculukta kendisine refakat eden eşi Hz. Ümmü Seleme’ye,

Kavmim, söylediklerimi yerine getirmiyorlar, diye dert yanar.

Ümmeti üzerine titreyen Peygamberlerini çok iyi tanıyan bu muhterem validemiz, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin aldığı kararların mutlaka hayırla neticeleneceğine şeksiz-şüphesiz inanmaktadır. Nezâket ve zarâfetle, Allah’ın Resûlü olan eşine şu teklifte bulunur:

−Ey Allah’ın Resûlü!.. Teklifim şudur ki, siz hiç kimseye bir şey söylemeden kurbanınızı kesin, tıraş olarak ihramdan çıkın. Göreceksiniz ki, ashâbınız da sizi takip edecek.

Eşinin firaset dolu teklifini yerine getiren Sevgili Peygamberimizin bu husustaki kararlı davranışını gören ashâbı da teker teker O’nu izlemişlerdi.

Eşler arasında samimiyetle ortaya konulan birtakım sıkıntılar; istişareler sonucunda birer birer çözülmeye başlar. Yeter ki eşler, istişarenin gereğine ve önemine inansın. Yeter ki eşler, birbirinin fikrine değer versin… Çağlar ötesinden, Peygamberimizin tavsiyesini tekrarlayarak konuyu bağlayalım:

İstişare eden pişman olmaz!..”