İster sanal kitlelerin ister sokak kitlelerinin akışına kapılmış olsun her iki durumda da insan, artık bir “hiç kimse” mesabesindedir.
En iyi argümana değil de en iyi etkileşime sahip olanın öne çıktığı kitlesel akışkanlıklarda en çok kadre uğrayanın hakikatler olması, gelecek adına çok endişe verici bir boyut kazanıyor.
Geldiğimiz noktada çok ilginç bir çelişki ile karşı karşıyayız: Bizi mahvetmesinden korktuklarımız George Orwel’ın dediği gibi nefret ettiklerimiz mi olacak yoksa Huxley’in dediği gibi -kitlelerin akışına kapılmış- sevdiklerimiz mi?
Kitleler içerisinde kimliksizleşen insanın neye hizmet edeceğini kestirmek artık oldukça zorlaşmış gibi görünüyor.
Yalan ve iftira, tarihin hiçbir döneminde onurları ve haysiyetleri bu kadar tehdit etmemişti.
Yalanı stratejik bir yöntem olarak kullanan CHP’lilere, 2023 genel seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun -çok güvendiği için- danışman yaptığı Daron Acemoğlu’nun kitabından bir alıntı yapayım: “Yapılan araştırmalar gösteriyor ki yalan ve manipülatif paylaşımlar, doğrulara göre katbekat daha fazla ve daha derin bir etkiyle yayılıyor.”
CHP uzun bir dönemdir -sırf kazanmak adına- bütün enerjisini sosyal medyadaki bu gerçeklik için harcıyor; gelecekte kendi doğrularına da inanılmama pahasına.
Birbirini sürekli tekrar eden simülakrlar ya da simülasyonlar gibi yalanlar da birbirine çok benziyorlar.
En son yayılan “jakuzi” yalanının CHP’nin reklam kampanyasını yürüten biri tarafından servis edilmesi ve en üst yöneticilerinin ve tarafgir gazetecilerinin de hiç sorgulamadan yeniden göndermesi, sosyal medyanın kokuşmaya ne kadar müsait olduğunu bir defa daha göstermiş oldu.
Sosyal medya, kitlelerin kronolojik zeminini bozarak sadece “an”a hapseder ve sorgulamalara engel olur. Geçmişin ışığında bugünü sorgulamak üzere ekstrapolasyonlar yapılmasına izin vermez.
Panofsky’nin dediği; “Perspektifi, tarihsel perspektife oturtmak gerekir” uyarısı da tamamen rafa kalkmıştır orada.
Paralojik yani mantığa aykırı her şey bu sayede bir yanılsama ile mantık çemberine dâhil edilmiş olur.
“Logosun (bilgi) sökümü” artık kavramın mimarı Derrida’yı bile hayretler içerisinde bırakacak bir boyut kazandı.
Tabir yerindeyse “çürümüş bir özgürlük isteği”, amaçları uğruna her şeyi yapmaktan hiç çekinmedi; çekinmiyor.
“Dil oyunları” artık Wittgenstein’ın kastettiği şekliyle sadece edebi metinleri süslemek için değil, algılar ve yalanlar için de uygulanıyor.
Eskiden erdemli olmak, toplumda güven kazanmak için yapılan siyaset; adiyaforik yani ahlaki açıdan nötr bir zeminde bile kalamıyor artık içine girdiği kirli para ilişkileri sebebiyle.
“Kalımsızlığın kalımı” olan moda, bugün en çok da “yalan” ile kendini görünür kılıyor.
Sosyal medya ne yazık ki kitlelere, heteronomik yani kendi seçmedikleri bir hayatı yaşatıyor hatta dayatıyor.
Manipüle edilmiş ve “aklın sesine sağır” kitleler, irrasyonel olanı satın alabildiği için hakikatin tarafında olanlara çok daha fazla görev düşüyor.
Her türlü sınırsızlığı kullanarak yerel seçimlerde yelkenlerine biraz rüzgâr dolduranlar karşısında biraz fazla mesai yapmak zorunda olan doğrunun, yeniden duruma el koyması gerekiyor.
Çatlak sesin değil, mutlak sesin kazanacağını tarih bir kez daha gösterene kadar yılmadan, dikleşmeden mücadeleye devam edeceğiz.
Zira en büyük mücadelemiz kişilerle değil -ilkesel olarak- yalanla ve yalancılarladır…
Kıymetli okurlarımız, Ramazan Bayramı’nızı en içten muhabbetlerimle tebrik eder; huzur, sağlık ve afiyetler getirmesini Yüce Mevla’mızdan niyaz ederim…