Anadolu coğrafyası buğdayın ana vatanı olarak bilinir. Bu bilgiyi nereden öğreniyoruz? Tarihî kayıtlardan… Tarih bize hazinelerimizi hatırlatıyor, mirasımıza sahip çıkmaya çağırıyor!

Peki bu bereketli topraklarda sadece buğday mı üretiliyordu?

Kesinlikle hayır; meyve çeşitleri, bakliyatlar, bilumum sebze türleri de bu bereketli topraklarda hayat buldu, hayat oldu insanlığa…

İşte size bir örnek…

Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesindeki Yassı Höyük'te yürütülen kazı çalışmalarında, 2 bin 800 yıl öncesine ait üzüm, kayısı çekirdeği, buğday, nohut ve sarımsak taneleri bulundu.

Demek ki neymiş?

Bu bereketli topraklar aynı zamanda nohudun, sarımsağın, üzümün de ana vatanıymış. Bu gerçeklik vesikalarla da kanıtlanmış oldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ahi Evran Üniversitesi iş birliğiyle 2021 yılından itibaren sürdürülen kazı çalışmalarında büyük keşifler yapıldı. Tarım ve hayvancılık tarihini yeniden yazdıracak kadar önemli, üç ile yedi bin yıllık tarihî aralığa sahip kalıntılar bulundu.

Hem de ne keşif! Uzmanlara göre pek çok kazıda rastlanan bu tür bulgular taneyle, gramla elde edilebiliyorken bölgede bulunan nohut tam 21 kilogram. Bu, çok nadir yaşanan bir durum olmakla birlikte bölgenin tarımsal potansiyelini de gözler önüne sermesi açısından çok değerli.

Kazı Başkanı Dr. Elif Baştürk arkeolojik çalışmalarda elde edilen bulguların, bölgenin tarım açısından zenginliğini ortaya koyduğuna dikkati çekiyor.

Baştürk’e göre, bulunan karbonlaşmış tarım ürünleri, bölgenin tarımsal potansiyeli ve çeşitliliğinin ne kadar eskiye dayandığını göstermesi açısından da hayli önemli.

Coğrafi işaret tescilli Koçovası sarımsağı bu bulgularla daha bir anlam kazanmış oldu. Zira, Koçovası denilen bölge keşif yapılan bölgenin yanı başında. Öyle sıradan bir ova da değil; Anadolu’nun dördüncü büyük ovasından bahsediyoruz.

Kazı Başkanı Dr. Elif Baştürk, buluntulardan özellikle sarımsak tanesini biraz daha önemsediklerini ifade ediyor; gerekçe aynı.

Yani Koçovası sarımsağı yaklaşık üç bin yıllık bir tarihe sahip özel bir gıda maddesi!

Özetle…

Keşif yapılan bölge bize gösteriyor ki bu coğrafya binlerce yıldır süregelen tarımsal potansiyeliyle güçlü bir üretim bölgesi. Sadece üretim mi? Hayır! Asurlular döneminde üretilen ürünler kalelerde depolanıyor ve diğer ülkelere satılıyor. Yani bölge aynı zamanda bir ihracat merkezi.

İnsan neye üzülüyor biliyor musunuz?

Böyle bir coğrafyanın mirasçıları olarak, bunca zengin bir çeşitliliğe sahip olmamıza rağmen bu zenginliği hayatımıza yansıtamıyoruz! Bu kadar tarımsal birikimin hakkını verememek üzüntü verici.

Köklü bir mutfak medeniyetine sahip olmamıza rağmen hâlâ beslenmek için başka kapılarda doymaya çalışmak anlaşılabilir bir durum değil!

Hazinelerimize sahip çıkamıyoruz!

Önceki yazılarımda çok kez işledim, izah etmeye çalıştım. Mutfak kültürü zayıf olan, bizim bir vilayetimizde bulunan çeşitlerden bile az yemek çeşitliliğine sahip Avrupa coğrafyası, bugün dünya mutfağında söz sahibi duruma geldi.

Eller uyuz itini cilalayıp pazarlarken biz aslanlarımızda kusur aradık, onları tu kaka ilan ettik!

Güzelim yemeklerimizi tanıtamadık, hikâyelerimizi anlatamadık, eşsiz lezzetlerimizi pazarlayamadık.

Mutfaktaki nemelazımcılık ve sorumsuzluk tarlaya da sirayet etti. Geleneksel tarım yöntemlerimizi “daha çok kazanmak” uğruna kaybetmeye başladık.

Gözümüzün içine baka baka tohumlarımızı çaldılar; yetmedi bize ait olan tohumları kısırlaştırdılar, canavarlaştırdılar ve bize sattılar! Gen çalışmaları, 

ıslah faaliyetleri adı altında güzelim tohumlarımız birileri tarafından ele geçirildi, dönüştürüldü.

Hangi tohumlardan mı bahsediyorum?

Buğday, mısır, nohut, mercimek…

Oysa bu topraklarda öyle hazinelere sahibiz ki dünyada eşi benzeri olmayan çeşitler bizim coğrafyamızda yetiştiriliyor.

Resmen hazinenin üstünde oturuyoruz da haberimiz yok!

Zararın neresinden dönersek kârdır.

Artık uyanma vakti; kendimize gelmeli ve bize ait olan değerlere sahip çıkmalıyız.