Hak, hukuk ve adalet; bunlar sadece afili kelimeler değil, insan olmanın temel taşlarıdır.
Bu değerler herkes için geçerlidir.
Kimsenin ayrıcalığı olmadığı gibi, kimsenin dokunulmazlığı da olmamalıdır.
Haksızlık karşısında susmak, insanlıktan vazgeçmek, dilsiz şeytan olmaktır.
İnsan olarak bizler yalnızca kendi hak, hukuk ve adalet taleplerimizin mücadelesini vermekle değil; aynı zamanda haksızlığa uğrayanın yanında durmak, onun sesini duyurmakla mükellefiz.
Bu bir lütuf değil, bir görevdir.
İnsan olmanın gereğidir.
İnancımız, kültürümüz ve geleneklerimiz de bize bunu vaaz eder.
Peygamberler ve onun izinden gidenler hep adaletin peşinden gitmiş, haksızlık karşısında dimdik durmuşlardır.
Tarih boyunca onların duruş, kararlılık ve mücadeleleri, günümüzde de bize örnek teşkil etmektedir.
Haksızlık nereden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın, karşısında set olmak gerekir.
Bu set, sadece sözle değil; eylemle örülmelidir.
Sessiz kalmak, haksızlığın suç ortağı olmaktır.
Unutmayalım ki bir mağduriyete göz yummak, diğerine davetiye çıkarmaktır.
Tarihin tozlu sayfaları, haksızlıklar karşısında susan toplumların nasıl acı sonlarla karşılaştığını anlatır.
Bunlardan ders almamak, gelecekte aynı hataları tekrarlamak anlamı taşır.
Zulme uğrayanın dini, dili, ırkı, rengi sorulmaz.
Hak, hukuk ve adaleti düşmanımız da olsa onlar için de istemek şarttır.
Samimiyet bunu gerektirir.
Bu konudaki samimiyetsizliğin bedeli; gün gelir, başkalarına çok gördüğümüz hak, hukuk ve adaletin bize de çok görülmeye başlanmasıyla ödenir.
Bir haksızlığa ses çıkarıp diğerine kulak tıkamak riyakârlıktır.
İnsan hakları savunuculuğu yaparken sadece kendimize yakın bulduğumuz mağdurları savunmak, samimiyetten uzak bir ikiyüzlülüktür.
Adalet herkes için eşit olmalıdır.
Irk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesin hakkını savunmak, gerçek bir insan hakları savunucusunun boynunun borcudur.
Bu görev, sadece teoride kalmamalı, pratikte de uygulanmalıdır.
Kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun zulme karşı durmalı; hakkın yanında yer almalıyız.
Haksızlık karşısında susmak, çok şey kaybetmek demektir.
Susmak sadece hak, hukuk ve adalete değil, insanlığımıza da ihanettir.
Sesimiz, haksızlığa uğrayanların sesi olmalı; adaletin gür sedası olmalıdır.
Ancak bu şekilde daha adil, daha yaşanabilir bir dünya kurma iddiamızda samimi olabiliriz.
Gelecek nesillerin bizden alacağı miras, adaletin ve insan haklarının en yüksek düzeyde korunduğu bir dünya olmalıdır.
Bu mirası onlara bırakmak, bizlerin en önemli sorumluluklarından biridir.