Haccın tedvili, yani sadece Suudi Arabistan tarafından değil İslam ülkeleri tarafından ortaklaşa bir şekilde organize edilmesi talebi çeşitli vesilelerle zaman zaman gündeme gelir.

Geçenlerde Cezayirli politikacı ve alim Ali Belhac’ın bu konuyla ilgili bir konuşmasını dinledim.

Mekke ve Medine’yi İslam ümmetinin yönetmesi gerektiğini söyleyen Ali Belhac, “Hacda kim hutbe okuyacak? Neden bir Cezayirli, Tunuslu, Faslı ya da Mısırlı hacda hutbe okumuyor?” diye sorarak, Arafat’taki Nemire Camii’nde hutbelerin her yıl Suudi Arabistanlı bir imam tarafından okunmasını eleştiriyordu.

Suudi Arabistan, haccın tedvili taleplerine şiddetle karşı çıkarak söz konusu talepleri egemenliğine saldırı olarak görüyor.

Bu konuda da haksız sayılmaz.

Mekke ve Medine bugün Suudi Arabistan sınırları içinde değil bir başka ülkenin topraklarında olsaydı o ülke de aynı şekilde egemenlik hakkını başka ülkelerle paylaşmayı reddederdi.

Fakat madalyonun bir de diğer yüzü var.

Haccın bir ibadet olduğunu söyleyerek hac sırasında siyasal gösterilere izin vermeyen Suudi Arabistan, bizzat kendisi haccı siyasi çekişmelerine alet ederek tedvil taleplerine çanak tutuyor.

Siyasi tavrı ve görüşü ne olursa olsun dünya üzerindeki her Müslümanın Mekke ve Medine’ye gitme, huzur ve güven içinde hac ve umre yapma hakkı var.

Hac organizasyonundaki hatalar ve beceriksizlikler bir yana, Suudi Arabistan rejiminin keyfine ve siyasi tavrına göre birçok Müslümanın hac ve umre yapması engelleniyorsa, kutsal topraklara ibadet için giden insanlar kendilerini güvende hissetmiyorlarsa haccın tedvilinin talep edilmesi kaçınılmaz olur.

Haziran sonlarında umre için yasal yollarla Suudi Arabistan’a giden iki Libyalı gözaltına alınarak Mısır ve BAE tarafından desteklenen karşı devrim lideri Halife Hafter’e teslim edildi.

Trablus’taki uzlaşı hükümeti ise karara tepki gösterdi.

Geçtiğimiz yıllarda Tunus En-Nahda Hareketi lideri Raşid El-Ğannuşi ihramlı olarak havaalanından geri çevrilmiş ve birkaç saatliğine de olsa ülkeye girip umre yapmasına izin verilmemişti.

Riyad, Doha’yla diplomatik ilişkilerini kestiği gerekçesiyle Katarlı hacılara bin türlü zorluk çıkardı ve bu yıl çok az sayıda Katar vatandaşı hac yapabildi.

Arefe günü Nemire Camii’nde okunan hutbede imamın söyledikleri ise başka bir tartışmaya yol açtı.

Bu yıl hutbeyi Suudi Arabistan Müftüsü Abduaziz Âlu’ş-Şeyh değil Büyük Alimler Konseyi üyesi Saad Bin Nasır Eş-Şesri okudu.

Eş-Şesri, Suudi Arabistan Kralı Selman’a ve oğlu Veliaht Prens Muhammed’e dua ettikten sonra hacılardan da her ikisi için dua etmelerini istedi ve onlar için dua etmenin kendilerini Allah’a yaklaştıracağını söyledi.

Hutbede Allah’tan Müslümanların yöneticilerini ıslah etmesini ve hayırlarda muvaffak eylemesini istemek normal kabul edilse de bir kral ve oğlu için dua etmenin ibadet olduğunu ve Allah’a yakınlaştırdığını iddia etmek yeni bir şey.

Suudi Arabistan’ın haccı ve umreyi siyasallaştırması ve dış politika tercihleri doğrultusunda kullanması önümüzdeki yıllarda haccın tedvili konusunun geniş kesimler tarafından yüksek sesle dile getirilmesine ve daha yoğun bir şekilde tartışılmasına yol açarsa Suudi Arabistanlılar kendi yöneticilerinden başka hiç kimseyi suçlamasın.