Macaristan

Gençler hatırlamazlar İstanbul’da Ikarus marka kırmızı renkli belediye otobüsleri vardı. Üzerinde “Made in Hungary” yazardı. O zamanın şartlarında ucuz olduğundan mı, kaliteli olduğundan mı bilemiyorum bu araçlar tercih edilirdi. Hungari kelimesi dikkatimi çeker Hun anlamına gelen bu kelimenin bizimle ortak tarihe işaret ettiğini düşünürdüm. Budapeşte’de bir Macara bu durumu sorduğumda aynı kökten geldiğimizi hatta ilk Türkoloji Kongresi’nin Macaristan’da yapıldığını söyledi. Yıllar önce Kadir Mısıroğlu’nun Macar İhtilali kitabını okumuştum. Macar halkının Ruslara karşı nasıl kahramanca direniş gösterdiğini anlatıyordu. Kitabın kapağında Macar halkının tıpkı bizim 15 Temmuz’da yaptığımız gibi tankların üzerinde ki bir fotoğrafı vardı. Bir de slogan NEM NEM SUHA… HAYIR HAYIR ASLA…

Macar toprakları 150 yıl kadar Osmanlı memleketi olmuş. Her gittiği yerde olduğu gibi Osmanlı Macaristan’da da her alanda güzel izler bırakmış. Ancak Osmanlı eselerinden geriye kalanlar bir elin parmaklarını geçmiyor.

Macaristan büyük imparatorluk tecrübesinden sonra küçülerek bugün 10 milyon nüfuslu bir Avrupa birliği devleti olarak hayatiyetini sürdürüyor. Avrupa’nın ortasında denize sınırı olmayan bir ülke. Son zamanlarda Suriyeli göçmenlerin ülkeye girişini engellemeye çalışmasıyla dikkat çekti.

Gül Baba

Türk şehirlerinde manevî büyükler vefatlarından sonra da gerek eserleriyle, gerekse mezarlarıyla hayatın merkezinde olmaya devam ederler. Bu büyüklerden bir tanesi de Budapeşte’de yaşamış Gül Baba’dır. Budapeşte’ye giden Türklerin ilk ziyaret etmek istedikleri mekân Gül Baba’nın türbesidir. Adeta bu güzel ve tarihî şehri görmek için Gül Baba’dan izin alınır. Çünkü Gül Baba 471 yıldır bu topraklarda nöbet tutmaktadır. Budapeşte’de filmi geri sarmanın, hafızayı tazelemenin başlangıç noktasıdır Gül Baba.

Budin dediğin Aksuyun başı,

Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı,

Çerkez Bayraktardır şehitler başı,

Geldi kâfirler geçti bedeni

Aldı Nemçe bizim Nazlı Budin’i

Budin şehrinin düşüşündeki dram ve feryat Budin Türküsünde ne kadar açık bir şekilde ifade edilmiş. Barış, dostluk ve özgürlük götürdüğümüz topraklardan büyük acılarla ayrılmışız. Sürgün, katliam, kölelik…  Yaşayan bütün canlılar yok edilirken sanat şaheseri camiler, medreseler, çeşmeler de toprağın kara bağrına gömülmüş.

Budapeşte’deki tarihimizin mücahidinden izin almak için rotamı Gültepe’ye çevirdim. Budapeşte’ye üçüncü gelişim. Her gelişimde Gül Baba’ya ve bu topraklarda yaşamış ecdadımıza dualar ederek zamanı işletmeye başlarım. Bu defa da öyle yaptım.

Budapeşte

Budapeşte Tuna Nehri’nin ikiye ayırdığı Buda (Budin) ve Peşte şehirlerinin birleşmesinden oluşmuş adeta bir açık hava müzesi. Kiliseler, kale, saraylar, köprüler, müzeler… Görülecek o kadar çok yer var ki! Daha önceki geziler sırasında müzeleri görme imkânı bulmuştum. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Budapeşte’de çok sayıda camii, hamam ve çeşmeden söz ediyor ancak onların yerlerinde maalesef yeller esiyor.  Bu gezide resmî programın yoğunluğu nedeniyle açık alanlar ve genel görünümle yetineceğiz.

Akşam saatlerinde otele vardık. Çantalarımızı odalara yerleştirir yerleştirmez, havanın keskin soğuğuna rağmen bir taksiye binerek Gül Baba’yı ziyaret için yola çıktık. Gül Baba türbesi Budin tarafında Gültepe olarak adlandırılan tepede bulunuyor. Taksiciye Gül Baba’ya gitmek istediğimizi söyleyince hemen Türk olduğumuzu anladı. Macarlar da Gül Baba’yı Türkçedeki söylenişiyle telâffuz ediyorlar. Gül Baba’yı kendi tarihlerinin bir parçası sayıyorlar. Daha önce kültür başkenti olan Pec’in açılış programında Osmanlı dönemine olumlu atıf yapılması dikkatimi çekmişti. Darısı diğer Balkan ülkelerinin başına.

Tuna nehrinin kıyısından giderken iyi ışıklandırılmış köprüler, saraylar dikkatimizi çekiyor. Tuna üzerindeki köprüler birer sanat harikası. Zincirli köprü, yapımında kullanılan çelik nedeniyle bu adı almış. Bu köprü Eyfel kulesini yapan mimar Eyfel tarafından tasarlanmış ve yapılmış. Gece köprüler inci bileklikler gibi duruyor Tuna’nın üzerinde. Daha sonra konuştuğumuz bir arkadaş Budapeşte’nin Avrupa’nın en iyi aydınlatılmış şehri olduğunu söyledi.

Buda

Tarihî köprülerden birisinden Buda’ya geçtik. Şehre hakim bir tepede durduk. Karşımızda yarı aydınlık bir heykel ve arkasında sekizgen bir yapı.  İşte Gül Baba türbesi. Salât, selâm ve dualar okuyarak türbeye doğru ilerliyoruz. Ancak unuttuğumuz bir şey var: Saat gece 12:00 ve türbe kapalı. Unutmayın, Gül Babayı ziyaret saatleri 10 ile 18 arası.

Türbe kapısında dualarımızı okuduktan sonra tarihî kentin sokaklarında keşfimizi sürdürdük. Gül Baba türbesi dışında nehir yakınlarında bir hamam gördük. 150 yıllık Osmanlı döneminde yapılan onlarca eserden sadece iki tanesi ayakta. Osmanlı’nın nazlı Budin’in den eser yok ortalıkta.

Gül Baba ile ilgili çeşitli rivayetler var. Üç tane Gül Baba’dan söz ediliyor. Evliya Çelebi’ye göre Gül Baba’nın asıl ismi Cafer olup aslen Merzifonlu’dur. Fatih Sultan Mehmet, İkinci Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî döneminde çeşitli savaşlara katılmıştır. Kanunî tarafından Budin seferine götürülmüş ve orada vefat etmiştir. Cenaze namazı Ebussuud Efendi tarafından kılınmıştır.

Gül Baba isminin nereden geldiğine dair çeşitli rivayetler var. En güzeli, bir gün Padişah ava çıktığında ormanda gül kokularının geldiği yöne yönelir. Bakar ki gül bahçesinin içinde bir derviş. Kavuğunda bir gül. Etrafta sarı kırmızı güller. Padişah dervişle sohbet ettikten sonra dervişin bir talebi olup olmadığını sorar. Derviş kırmızı sarı güllerden oluşan bir demet gülü Padişaha takdim eder ve ondan gençlerin okumaları için bir medrese talep eder. Padişah da bu sözü tutar ve Galatasaray Mekteb-i Sultanî’sini yaptırır. O nedenle bugün Galatasaray Takımı’nın renkleri sarı kırmızı imiş.

İslâm Ansiklopedisinde Gül Baba türbesinin Budin Beylerbeyi Mehmet Paşa tarafından yapıldığı yazıyor.  Türbenin yanında bir de tekke varmış, ancak daha sonra yıkılmış. Bugün türbe Gültepe’de küçük bir bahçenin içerisinde bulunuyor. Türbe bir dönem şapel olarak da kullanılmış. Ancak Sultan Abdülaziz’in ziyareti sırasında tekrar türbeye dönüştürülmüş. Gül Baba, Misalî mahlâsıyla şiirler yazmış.  Feyzname, Risale-i Besmele, Divan-ı Gülbaba, Miftahu’l-Gayb adlı eserleri mevcut. Macarlar da Gül Baba’ya saygı duymuş, onun ismiyle çeşitli edebi çalışmalar yapmışlar.

Peç

2010 yılında İstanbul Macaristan’ın Peç şehriyle beraber Avrupa Kültür Başkenti oldu. Kültür başkenti programının açılış törenine İstanbul heyeti olarak iştirak ettik. Ocak ayında soğuk bir kış günü Budapeşte’den bindiğimiz bir araçla sisli, virajlı yollardan üç saat yolculuk yaptıktan sonra Peç’e vardık.

Peç Hırvatistan sınırında 160 bin nüfuslu tarihi bir şehir. Yeşil dağların eteğinde her tarafı tarih kokan bir belde. Kültür başkenti etkinlikleri nedeniyle şehrin meydanında görkemli bir müzikal tören yapıldı.  Programda Osmanlı dönemi de vurgulandı. 150 yıl Osmanlı toprağı olan Peç’te çok az sayıda Osmanlı eseri var. Peç’in sembolü yeşil kubbeli Gazi Kasımpaşa Camisi. Kutlama törenleri şimdi kilise olan caminin de bulunduğu meydanda yapıldı.

Gazi Kasımpaşa Camii dışında ibadete açık bir cami olan Yakovalı Hasan Paşa Cami’nde namaz kılma fırsatı bulduk. Camii etrafındaki yüksek binalar nedeniyle arada kalmış durumda.

Heyetle şehri gezerken ağaçlı tepe üzerinde bulunan bir parkta küçük bir kümbet dikkatimizi çekiyor. Buranın İdris Baba türbesi olduğunu öğreniyoruz. İdris Baba yüzyıllardır burada nöbet tutuyor. Torunlar bir gün kendisini hatırlar diye…

Osmanlı coğrafyasını dolaşınca bir taraftan tarihi hafızamız canlanıyor diğer taraftan oralarda kalmaya devam eden kardeşlerimizle hemhal oluyoruz. Buralardaki eselerin büyük kısmının yok oluşuna hayıflanıyor, hüzünleniyoruz. Kalanları da not ederek, kayıt düşerek bir nebze de olsa atalara karşı vazifemizi yapmış oluyoruz.

Selam olsun bizden önde gidenlere… Rahmet olsun onlara…