17-18 Nisan’da Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği’nin devlet ve hükûmet başkanları özel zirvesinde Türkiye ile ilgili alınan kararlar tam manasıyla evlere şenlik.
Bu kararlar aynı zamanda Avrupa Birliği’nin Türkiye söz konusu olduğunda dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelerden ve gerçeklikten ne kadar kopmuş olduğunun da açık bir göstergesi.
Güya Türkiye ile olan ilişkilerin iyileşmesini isteyen ve bunu da Kıbrıs konusunda bir çözüme bağlayan bu kararların neye hizmet ettiğini ve hangi saikle hazırlandığını anlamak güç.
Bu kararları alırken amaç eğer Türkiye ile olan ilişkilerin iyileşmemesini garantilemek ise Avrupa Birliği’nin bu hedefe ulaştığını söyleyebiliriz.
Zira mevcut koşullar ve geçmişten beri yaşananlar göz önüne alındığında Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusundaki taleplerinin Türkiye tarafından karşılanması imkânsız.
Dünyanın hızlıca çatışmalı bir döneme gittiği ve Avrupa’nın güvenliği için Türkiye’nin jeopolitik öneminin her geçen gün arttığı bir dönemde, Türkiye’yi yabancılaştıracak olan bu kararların tam bir akıl tutulması ve stratejik körlük olduğunu söyleyebiliriz.
Onun da ötesinde bu kararlar dış politika ve güvenlik konularında Avrupa Birliği’nin hantal yapısının dünyadaki gelişmeleri okuma konusunda ne kadar yavaş, Avrupamerkezci ve yetersiz olduğunun da başka bir göstergesi.
Görünüşe göre Avrupa Birliği, kibrinden ve çağ dışı oryantalist bakış açısından dolayı Türkiye’ye bakışını bir türlü güncelleyemiyor.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye hâlâ 2000’li yılların başındaki gibi parmak sallayabileceğini düşünmesi gerçekten gülünç.
Zira aradan geçen neredeyse çeyrek asırda köprünün altından çok sular aktı.
Avrupa Birliği tarafında Türkiye’nin üyeliğini neredeyse imkânsız hâle getiren genişleme yorgunluğu, yeni üye hazmetme kapasitesi, genişleme yerine entegrasyonda derinleşmek, yükselen milliyetçilik, AB karşıtlığı, İslamofobya ve ırkçılık gibi gelişmeler bu dönemde ortaya çıktı.
Türkiye ise son çeyrek yüzyılda bedelini ödeyerek gün geçtikçe otonomisini ve öz güvenini artıran, küresel etkiler üreten bir aktör olarak ortaya çıktı. AB’nin böyle bir Türkiye’ye Kıbrıs konusunda dayatma yapabileceğini düşünmesi bile gerçeklikten ne kadar kopulduğunu gösteriyor.
Son olarak uluslararası sistemde de son çeyrek yüzyılda büyük güç kaymaları ve yeni dengeler ortaya çıktı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Amerikan hegemonyası altında zafer ilan eden tek kutuplu liberal düzenin, içinde bulunduğumuz dönemde yerini çok kutuplu bir düzene bıraktığı konusunda neredeyse bir konsensüs var.
Görüldüğü üzere Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler kesinlikle tek boyutlu değil. Türkiye-AB ilişkilerini sadece Türkiye içerisinde olup bitenler üzerinden açıklamaya çalışanların, AB’yi Batılılaşma projesinin vazgeçilmez aracı olarak görüp bu meseleye ideolojik olarak yaklaşan AB lobisi olduğunu söyleyebiliriz.
Ama gerçekte AB-Türkiye ilişkilerini etkileyen faktörler, Avrupa Birliği’nde, üye devletlerde, Türkiye’de ve uluslararası sistemde yaşanan gelişmeler ve tartışmalar olmak üzere çok boyutlu.
Bütün boyutları göz ardı edip meseleyi sadece Türkiye’nin iç siyasetinde yaşanan gelişmeler üzerinden açıklayan Türkiye’deki AB lobisinin bile Avrupa Birliği’nin aldığı son kararlara isyan etmesi, bu kesimlerin bile sabrının taştığını ve fantezi dünyasından uyandıklarını gösteriyor.
Darısı Brüksel’deki AB liderleri ve bürokratlarının başına.