Diriliş gerek gençliğime…
Çatlamış topraklardan fışkırırcasına…
Hayat bulmalı gökyüzüne uzanırken,
Dal budak salmalı etrafına…
Sula ey insan durma!
Tohum var, yeşermeyi bekleyen…
Şimdi emek zamanı bilesin,
Sula ki, gün olup başaklara dursun…
Sakın umutsuzluğa kapılmayasın,
Küllenmiş alevleri unutmayasın…
Dirilmesi gerek gençliğimin,
Duâsı var onda dedelerimin…
Genç insan! Haydi durma!
Çıkar artık sen de başını…
Hele bir gayret et, davran,
Göster artık başağını.
Bir danenden, binler dane olsun,
Seninle niceleri hayat bulsun…
Bil ki, Hakka yakaran bir kulsun,
Anlat ki bu manayı; diriliş olsun…
***
Toprak verim demektir.
Nice örnekler var onda. Yeter ki gayret et, çabala.
Bazısına verimli derler hatta. Güzel bir cinstir o.
Bazısı da verimsiz, taş, çakıl olur.
Onu da ayıklamak ve mümkünse, üzerine iyi cinsten döküp karıştırmak gerekir; ama bu zordur.
İnsan da, toprak gibidir. Cins cins. Ama gayret gerekir ona da.
Toprağı hazırlayıp tohum atar gibi, ona da emek çekmek gerekir.
Sonuçta, Allah’ın izniyle verim alınacaktır.
EY İNSAN!
Yeter ki bir tohum at toprağa,
Can olsun, dursun yeşil yaprağa!
Diriliş olsun, gençlik ruhuna,
Duâ olsun, ulaşsın Allah’a.
***
Evet, dirilişe muhtacız Ey İnsan!
Gencecik fidelerimizle.
Pişirecek toprak onları,
Sonra salacak gökyüzüne…
Yepyeni bir nesil olacak. İbrahimi bir duâile;
“(O kullar): Rabbimiz!
Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve
Bizi takvâ sahiplerine önder kıl, derler.” (25 Furkan 74)
“Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle.
Rabbimiz! Duâmı kabul buyur.” (14 İbrahim 40)
İşte! Aşk bu, muhabbet bu, bağlılık bu…
Muhammedî bir sevda ile…
Âşık ile Ma’şuk’un buluşması misâli,
Buluşacak yepyeni baharlar ile…
Sonra saçılacak âleme gül kokular…
Hakikat meyvelerine duracak çiçekler…
Yiyenler şifaya kavuşacak,
Sonra da her biri Cennette buluşacak…
Âh fidelerimiz! Ne oldu size böyle?
Niçin tütmez oldu kokularınız?
Neden kapatır olduk koku alan duyularımız?
Yoksa Hakka yakınlıktan mı koptunuz?
Dünyevî bataklıklara mı daldınız?
Ne oldu size böyle?
Edebiniz vardı imrenilen…
Duanız vardı her gün alınan…
Hayânız vardı utanılan…
Kırmızı yanaklarınız nereye gitti al al?
Korkunuz vardı Allah’tan…
Utanmanız vardı kullardan…
Terbiyeniz vardı Muhammed Mustafa’dan…
Âh fidanlarımız! Âh tertemiz dimağlarımız!
Âh masum yavrularımız!
Kimler neler etti size?
O tertemiz duygularınıza kimler kıydı?
O bataklıklara sizi kimler gömdü?
Artık kaldırın başınızı.
Şimdi diriliş zamanı.
Atın üzerinizdeki kokuşmuş ağırlıkları.
Kul olun Allah’a,
Ümmet olun Rasülüne…
ÖZLEMİN MEVLÂYA OLSUN GENÇ ADAM!
Gönlünü Hakka adayan bir kimse olmak ne güzel!
Onun için yanmak, Onun için çırpınmak.
Uzak diyarlarda kalmış mecnunlar misâli, O’na ağlamak.
Gurbet kuşlarının vatan hasretiyle yandığı gibi, O’na yanmak…
Sonra da bülbüllerin güllere nameler dizdiği gibi;
O yüce Mevla’ya nameler dizmek…
Aşktır bu. Yaratılış maksadıdır bu…
Özlemdir bu, hasrettir bu…
Ne güzeldir bu…
Rabbim bu güzellikle yaşatsın,
Bu güzellikle alsın katına, vakit yetince…
Duâdır bu… Yine duâ, yine duâ…
Hayatımız hep duâ…
Namazımız, orucumuz, zekâtımız…
Hepsinin özünde vardır duâ…
Şu ayet ne güzel delil buna:
“De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim,
Hayatım ve ölümüm,
Hepsi, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am Suresi 162)
İşte gerçek kulların duâsı…
Yakarışı… Münacaatı…
Onların yaşayış maksadı…
Rabbimiz onlardan eylesin cümlemizi.
Yanık bir eda ile Rabbe seslenmek…
O’na naz etmek…
İşte diriliş bu:
Senden ayrılığın acısı yaktı yüreğimi,
Özledim, çok özledim Rabbim Seni…
Bir gurbet kuşu misâli hasretindeyim,
Acep ne vakit rızanaerişeceğim?
Evet, dua ile çalışmak lazım.
Yeni nesillerin iman ve İslam ile mücehhez olması,
Bizlerin gayretine bağlıdır.
Yoksa Allah (cc) katında sorumlu oluruz.
EY KARDEŞİM!
En başta yavrularımıza emek çekmeliyiz.
İnsan işine, aşına, bahçesine, bağına emek çekerken,
Yavrularını ihmal ederse,
Onların Allah’a kul olarak yetişmesine gayret etmezse,
Allah ona sormayacak mı?
Haydi, öyleyse durmayalım kardeşlerim! Rabbimiz hayırlı nesiller versin.
GENÇ İNSAN!
Dünyasını düşünen insan, ahiret hayatını da ihmal etmemelidir.
Ama biz insanoğlu bu dünyaya rağbet ettiğimiz kadar, maalesef ebedi hayata rağbet etmiyoruz.
Bu çok üzücü tabii.
Hâlbuki Rabbimiz dünyadan da nasibini unutma derken, ahireti de hep hatırlatır.
Hatta dünyadaki imkânlarla ahireti kazanmayı emreder:
“Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma!
Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun.
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (28 Kasa 77)
Varlık sahibi bir insanın, Allah için zekâtını ve hayrını vermesi ne güzel!
Allah’ın verdiğinden Allah için veriyor ve ahireti kazanıyor.
Gençliğini O’nun yolunda geçirmesi ne güzel!
Helal rızık kazanıp çoluk-çocuğuna helalinden yedirmesi ne güzel!
Verdiği sağlık ve afiyetle insanlara iyilik yapmaya, hizmete koşması ne güzel!
Örnekler çoğaltılabilir. Kazanç yolları çoktur ahiretin.
Yeter ki samimi bir gönül, tatlı bir dil, güzel bir davranış olsun.
Bu önce Rabbimiz, Rasülü ve mü’min kardeşlerimiz için olmalıdır.
Allah cc bu güzelliklerden nasip eylesin ey genç insan!
İŞTE BUDUR DİRİLİŞ!
İşte budur ebedi mutluluk!
Bilesin ki dünya mutlulukları geçicidir.
Ama Ahiret mutluluğu ebedi!
Sen ona bak!
Allah cc yâr ve yardımcın olsun!
Gönlün O’nun muhabbetiyle dolsun!
Ufkun O’nun sevdasıyla açılsın!
O’na emanet olasın!