Anlamamanın arsızlığına sığınan boş zihinler; fevri, duygusuz ve yalnızdırlar. Sığ bir düşünce ile yaşamda iyiliğe dair iddialı olduklarını ileri sürerek, geliştirirler menfaat haritasını. Basitliğin insanı satın almasına, sadece acı bir şey diyebiliyoruz.
“Kimse mutlu değil çünkü kimse doğru insanı gerektiği gibi sevmesini bilmiyor. Ve aslında kendi kendilerinden nefret ettiklerini anlamak istemiyorlar.” diyor Muriel Barbery. Nefretin hâkimiyeti, anlayışı söküp alıyor, insanın içinden. Geriye gürültü kalıyor…
Durduğunda, anlar ve anlaşılırsın. Kendine yön tayin etmeyen, durabilir mi? Hızın alkışlandığı çağda sakin kalmak mümkün mü? Bu kadar coşkulu, tahrik edici modern dünyada, yavaşlamayı arzulamak kolay mı?
Kendinden bahsetmek için, saha oluşturan kişilere hız kes demek, neredeyse cinayet. Egoizmin bencilleştirdiği yüzlerde anlamanın izlerini aramak da hayal gibi bir şey. Adem ve Havva’nın bize emanet ettiği cennet kokusu, isyana kalkandır. Anlamak için dinlemek gerekir. Oysa herkes kendi sesini dinliyor. Sonrası kaos.
Aynı fotoğrafta yer alan sevmek ve anlamanın çerçevesi dostluktur. Hal dili ile birbirini dinleyen, gözleriyle anlaşan insanlar azaldı. Klavye tuşlarının sesine teslim olduk. Herkes hukukçu, gazeteci, şair, yazar hatta hekim ve eğitmen. Yargılama seçeneğinin albenisine kapılarak, çürüyor insanlık. İyiliğin sesi her devirde olduğu gibi cılız. ‘’Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır.’ diyor ya! İsmail Fakirullah. Söz burada bitiyor işte…
Çünkü anladığında içindeki ve dışındaki vehimleri kabul edip, yetinmeyi bileceksin. Sessizlik koşusuna katılıp, doğruluğu resmedeceksin. İnsan olmanın savaşını vermek bu! Şahsi üzüntünü, kırgınlığını, sana kapatılan kapıları görmezden gelerek yaratılış gayesini, nefeslere dağıtma çabası muazzam bir huzurdur. “Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Yumuşak huyluluğun bitmez, tükenmez kaynağı ol. Kimseye asla eziyet etme, yaptığın şeyin sonuçlarını görür ve duyarsın.’ Diyen HZ. Ali gibi olabilmeli erdemini göstermeli insan. Anlama ile arasında özel bağ olanlar, dünyanın meşakkatli bir yolculuk olduğunu bilip, sabır ile adapte olurlar yaşama.
İyiliği kodlayan kalpler; haksızlıkların, suçlanmaların karşısına Abdülkadir Geylani hazretlerinin “Yerini bilmeyene, kader yerini öğretir.” sözüyle çıkabiliyorsa, menfaatin kan uyuşmazlığına şahit olurlar zamanı geldiğinde. Dünya kendi içindeki adaletsizliği ile de adaletlidir aslında. Bekleyebilen, sabreden kişi; iç dengenin şeffaflığına erişir.
Anlama erdemi ne zor iş değil mi?.. Soylu asil ama çileli. Anlamak insana kendi olma şuurunu sunar.
Anlamak vicdanlı olup, adalete hükmetmek demektir. Anlamak kelimesini hayatından çıkaranlar sahte mutluluk ile bedel öderler. “Anlamak bağışlamaktır.” diyor ya Hemingway. İnsanın kendini bağışlamasına ihtiyaç var. Kendi ile sorunları olan, anlama gibi bir erdemden tabi ki uzak kalacak. Hoş görü ve merhametin sıcaklığını hissedemeyen insan çirkinleşir, saldırganlaşır ve düzen bozar.
Hayat ile yüz göz olanlar, yani zor şart evresinde tefekkürü değil de isyanı tercih edenlerde anlamak kelimesi silinmiştir. Oysa şartlar ne olursa olsun, zorluk hayatımızın ilk paragrafıdır.
Her şey yolunda gitse de sızlanacak bir şey bulur insanoğlu. Çünkü memnun olmayı bilmez. Çok seversin şikâyet eder. Kendi haline bırakırsın seni suçlar. İlginle, değerinle ona kendini iyi hissettirsen de yaranamazsın. Kendilerini isyana programlayan insanda, iç güzellik aramak hatadır. Onlar işlerine geldiği gibi hareket ederler. Planlarının işlemesi için, kendi oyunlarına uymayanları diskalifiye ederler. Kurgulanan temiz ahlakı sorguladığında, asi olursun. Çok bariz olan hal- söz tezatlığını kabul etmeme lüksün yoktur.
Rehberi nefsi ve şehveti olanlar doyumsuzluk fantezisi yaşarlar, huzursuzdurlar. Oysa gönül ehline kilitlenmeyenlerin üzerine güneş doğmaz
Anlama adlı dil ile konuşup, anlaşmak mutmain bir kalbin işidir.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Füruğ Ferruhzad: “İnsanı sessiz kalmaya zorlayan acı, onu bağırmaya zorlayan acıdan çok daha büyüktür.’’
Anlamaya emanetsiniz…