Sanatın önemine inanmayan yok sayılır (bazen önemli olmadığını söyleyenlerle muhatap oluyorum). Haliyle sanatçı da memleketin güzide insanları arasında sayılır. Toplumsal yaşayışta tam karşılığı olmasa da sanatçının genel manada ülkede kıymetliler sınıfında olduğunu söyleyebiliriz.
Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması sayesinde sanatçının ne denli mühim olduğuna dair ortaya konan iddia toplumun bütün kesimlerinin kabulü haline geldi.
Genel olarak popüler kültürü zinde tutan müzik ve dizi oyunculuğu çerçevesinde yürüyen, bazen de roman ve şiir gibi edebiyatın sosyolojik karşılığı yüksek alanlarında kendini gösteren bu ehemmiyet, sanatçının tavrının da sorgulanması gerektiği sonucunu çıkarıyor.
20 yıl öncesine kadar sanatçının kıymetini gazete ve televizyonlar belirliyordu. Şarkı ve türkü hariç, sanat dallarında genel bir manipülasyon söz konusu idi. Bu yönlendirmeyi elbette resmi ideoloji yapıyordu. Kültürel iktidar denilen şey yakın zamana kadar böyle idi.
Sonra hayatımıza internet girdi ve bireysel kanaat, resmi kanaat ile yarışır hal aldı. Artık sadece kurumsal değil, şahsi kanaatler de geniş yankı buluyordu.
Bu durumda sanatçının etkisi ile değerlendirilmesi meselesi de yenilendi. Geniş halk kesimleri sanatçılarla birebir muhatap oluyor, özel hayatına dair ayrıntılara bile ulaşıyor, kanaat ifade ediyordu.
Önceleri resmi ideolojinin sözcüsü konumundaki sanatçı artık farklı fikirlere de sahipti. Haliyle, sanatçının bir ideolojisi olacaksa, bu, çeşitlenmeye başlamıştı.
Günümüzde sanatçı, eskisi gibi fil dişi kulede yaşamıyor (genel olarak yani). Ulaşılabilir konumda. Bazı sanatçılar bunu gönüllü şekilde hayat şekli olarak ortaya sunarken, bazıları ise zaruretten…
Peki, bu ahval ve şerait içinde dahi sanatçının ideolojisi olur mu?
Yani kendi hür iradesi ile sahip olabileceği ideolojisi olur mu?
Olmalı mı?
Yoksa sanatçı, çiçekle böcekle, notayla, satırla, sahneyle, görüntüyle ilgilenmesi gereken ve ciddi dünya-memleket meselelerine dair söz edemeyecek kişi midir?
Her ideolojiye aynı mesafede mi olmalı sanatçı?
Tarafsız mı olmalı?
Dönüp dolaşıp tartıştığımız bu mesele neden yine gündemimizde olsun ki? Elbette sanatçının ideolojisi olur. Çünkü insandır. Kendi iradesi vardır. Bir yaşayış biçimi söz konusudur. Teoriler ışığında kodlanmış olarak yaşayan bir robot değildir. ‘Sıradan’ bir vatandaşın ideolojik olmaya ne kadar hakkı varsa, sanatçının da o kadar vardır.
Ülkemizde sanatçının belli bir ideolojiye sahip olabileceği, diğer türlüsünün sanatçıya yakışmayacağı yaklaşımı söz konusu. Genel olarak ‘sol’ diye nitelendirebileceğimiz ideoloji sanatçıya aittir. Hatta bu ideolojiye sahip değilseniz sanatçı olamazsınız. Başka türlüsü en hafif tabiriyle gericiliktir.
Toplumsal meselelerde kanaat belirtenlere ve gördükleri tepkilere bakıyorum (Sosyal medyada hep böylesi okuma yapmaya çalışırım). Manzara hiç değişmiyor. ‘Sol’ görüşlü olmak ve her türlü açıklamayı yapıp tavır ortaya koymak yakışık alır bir durum. Fekat diğer yönde bir tavır ortaya koyan kişinin sanatçı olarak kabul görme ihtimali yok.
Aynı sanatı ‘sol’da iken icra ettiğinde sanat çevrelerinde geniş kabul gören birisi, baktığı yeri değiştirdiğinde birden bire sanata ihanet etmiş gibi muamele görüyor.
Neden?
Özellikle sosyal medyanın herkesin ‘balkon konuşması yaptığı yer’ olduğu bir zamanda, sanatçının ideolojisiz yaşaması, kanaat belirtmemesi düşünülebilir mi?
Sanatçı da insan olduğuna göre, hakkıdır.
Elbette ideolojik tavrını hangi saiklerle ortaya koyduğu, tutumu, seviyesi önemli. Bir sanatçının propagandist şekilde eser üretmesi beklenemez. Genel yaşayış biçimi de bu minvalde olmalı. Ancak bu, sanatçının ideolojisi olmayacağı ve siyasi-sosyal meselelerde kanaat belirtmeyeceği anlamına gelmez.
İktidarda ‘sağ’ varken peşinen ‘direniş’ dillendirmek, ‘sol’ varken ‘gül atma’ yaklaşımı hukuksuz, haksız, iğrenç bir manzara.