Uzun zamandır ben ve benim gibi düşünen birçok ismin ne söylemeye çalıştığını şimdi daha net görebildik mi? Hâlâ göremeyenler varsa onlara tavsiyem gözlerini ovuşturmaya devam etmeleri olacak. Zira ciddi bir mahmurluk ya da gaflet içerisindeler. Kadın hakları yürüyüşünden “Ezan protestosu” üretebilen bir öfkenin nelere evrilebileceğini göremeyecek kadar…

Seçim günü yaklaştıkça envai çeşit akıl almaz hadiselere şahit oluyoruz. Bir iktidar hırsının neler üretebileceğinin en uç örnekleri bunlar. Uzun bir AK Parti iktidarının muhalefette meydana getirdiği umutsuzluk, ciddi bir öfke de biriktirmiş gibi görünüyor.

Kurulan ittifakların aklın-mantığın sınırlarını zorlamasından, en ufak bir gösterinin bile hızlıca amacından saparak bir iktidar karşıtlığına dönüştürülme çabasından bunu rahatlıkla anlamak mümkündür. Tabi provokatörlerin bu zeminleri ciddiyetle takip ettikleri gerçeğini de dışarıda bırakamayız.

Bunun en son örneği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Taksim’de gerçekleşen yürüyüşte yaşandı. Öyle anladık ki asıl dert, “kadınların haklarını savunmak” değilmiş; tıpkı Gezicilerin derdinin “ağaç” olmadığı gibi…

Üstelik bu defa had fena aşıldı, sınırlar çok ajite edici bir şekilde zorlandı. Müslüman bir ülkede ve sorduğunuzda “Müslümanım” diyenler tarafından Ezan ıslıklarla protesto edildi. Bu, asla “istenen” oyuna gelmeden ama ciddiyetle de düşünmemiz gereken bir duruma işaret ediyor.

Bu protestoya katılanların bir bölümü gurup psikolojisinin etkisiyle hareket etmiş olsa da, onları bilinçli bir yönlendirmeyle amacına hizmet ettirmek isteyenler için aynı şeyi iddia edemeyiz.

Güçlü bir devlet adamıyla ya da liderle mücadelede zayıf düşenlerin son ve en güçlü hamlesi, o lideri ayakta tutan mefkûreye saldırmak ve onu itibarsızlaştırmak olmuştur. Çünkü hiçbir lider mefkûresiz bir karizma elde edemez.

Abdülhamid’in karizmasından korkanlar ve onu fiziken yenemeyeceğini anlayanlar, son çare olarak ona en büyük duruşu sağlayan Hilâfete, dolayısıyla da İslâm’a saldırmayı denediler ve onu sorgulamaya açtılar. “Osmanlı’yı İslâm geri bıraktı” tartışmaları ile başlatılan bu sorgulamanın kaynağı ise bir İslâm düşmanı Fransız Filozof Ernest Renan’dı. Elbette ona, “Renan Müdafaanamesi” isimli kitabıyla cevap veren Namık Kemal gibi birkaç isim olsa da, ciddi bir felsefi dirençten bahsedemeyiz…

Ne yazık ki şarkiyatçıların açtığı bu yol, Osmanlı toplumunda da taraftar bulmuş ve onu var eden en önemli mefkûre, adeta bir çınarı yavaşça kemiren güvenin yaptığı gibi sonunda yıkmıştır. Hiçbir lider, etinin ve kemiğinin sağladığı kudretle tarihe mal olmamıştır. Erdem, cesaret, ahlak gibi üstün vasıflar olmadan bir kahramandan bahsedilemez zira…

Bu sebeple de düşmanları ya da muhalifleri bir lidere itibar suikastı yaparlar ve onu var eden değerleri hedef alırlar… İşte Taksim’de yapılan da bana göre budur… Muhafazakâr bir liderin ve onun tabanının sinir uçlarını zorlamanın bundan daha ileri bir şekli yok sanırım. Fakat sabrı “zor” olan bu duruma da sabırla direnecektir bu millet… Ama meydanı da asla müptezellere bırakmayacaktır…

Öyle anlıyoruz ki bu tuzu kuru kadın güruhunun derdi, gerçek manada “kadınlarımızın sesi” olmak değildir. Bir Avrupa ülkesinde değil, Türkiye gibi Müslüman bir ülkede Ezanı hedef almanın cesaretle değil, ahmaklıkla ilgili olduğu gerçeğini de hatırlatarak asıl derdin iktidar olduğunu vurgulamak isterim.

Sınırlarını göremeyen, amacını unutmuş bu çakma kadın savunucularına sınırlarını hatırlatacak bir akıl bu ülkede çoktan uyandı bile… Aklın ve ilmin gücünü fark eden bu dev kitle, ahmaklara nasıl cevap vereceğini artık çok iyi biliyor. Bin yıldır semalarımızda yükselen bu Ezan seslerini susturmaya kimsenin gücü yetmedi; sizin o cılız sesleriniz de yetmeyecek… Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar bu defa görünürde bizden olsa da, zihinsel besleyicilerinin bizden olmadığı kesindir…

Hakikat de şudur: Bu provokasyonda sahiplerini küçültürken EZAN yükselmeye ve yücelmeye devam edecek kuşkusuz… Bu, nenim değil tarihin ispatıdır…