Bize davranıldığı gibi düşünüp algılarız. Zihnimizde fotoğrafa dönüşen sözler bizi hareket ettirir. Bize sürekli eleştirel bir dil kullanıp yanlış etiketler yapıştırıldığında, Allah’a (c.c) karşı alnımız ak olsa dahi, insanlara karşı başımız dik olamaz. Çünkü bize söylenenler kulaklarımızda çınlar. Hatta bütün hücrelerimiz bile sanki bize öyle seslenir. ‘İnsan beyni kendi dilinden emir alır’ gerçeği, bizim ne olduğumuza dair bize yöneltilenlere inanıp, kendimizin de bunları söylemesiyle döngü tamamlanır ve biz, bize sürekli yakıştırıldığı gibi söylemeye başlarız. Yani kendilik algımızı bozarız, yani, daha iyi insan olamayacağımız gibi yalan ve yanlış bir zanna inandırılarak, kendimize olan inancımızı kaybetmiş ve kendilik algımızı bozmuş oluruz. Bu bir insana verilebilecek en büyük zararların başında gelir.

Dilimiz, iletişim ve kültürel aktarım aracıdır. Kendi rolümüzü bilememek, başkalarının rollerini de bilememeye bizi götürür. Çünkü bizi Allah’ın (c.c) istediği ve Peygamber efendimizin (s.a.v) yaşadığı gibi yaşamaya sevk edecek bilgi ve o bilginin devamlılığı yoktur. Bizi bir görevle bir yere gönderen patronumuzun görevini yapar günü öyle tamamlarız. Çok istediğimiz bir şeyi o gün ‘yapmalıyım’ demişsek yapmadan gözümüze uyku girmez. Çok özlediğimiz bir arkadaşımızı ne yapar yapar bir araya sıkıştırır ziyaret ederiz.

Burada sorun şu; biz Allah’ı (c.c) tek otorite olarak, bizi Yaratan olarak, evet bize ‘şuna şuna göre yaşayın’ dedi ama sonradan bu yaptıklarımızın hesabını soracak makam olarak ve çoooook sevdiğimiz ve bizi yoktan var eden olarak biliyoruz ama iman etmiyoruz. HAYIIIIR mı diyorsunuz? Test etmesi kolay, hayatımıza bakalım. Patronumuz mu daha etkin Allah’mı? (c.c) Birisi bize zarar verirse, ‘bu konuda Allah (c.c) ne söylememi ister?’ diye mi düşünüyoruz aklımıza geleni söylemeyi mi tercih ediyoruz? Bize yapılan yanlışları Allah (c.c)  ‘unut yoluna devam et, ben haklıyı haksızdan ayırırım, sen Bana güven’ diyor, biz ne yapıyoruz ve kime güveniyoruz? Bir beyefendi Allah (c.c) korusun iflâs etse, ev halkı bu Allah’tan (c.c) geldi, veren de alan da Allah (c.c)’ mı der yoksa bu hayatı iflâs edene dar mı getirir? Bu liste uzaaaaaar gider.

Allah’a (c.c) ait olana, Allah’tan (c.c) dolayı değer vermedikçe, her sözün önce kendi yürek kabında dolu olanları dışa yansıttığını bilip, kim ne derse desin Peygamberimiz (s.a.v) gibi yücelterek saygılı davranmadıkça, her sözün önce söyleyenin aklını aydınlattığını ya da kararttığını bilmedikçe, ‘Allah’ım (c.c) benim meselem benimle. Amel defteri tek kişilik mezar tek kişilik’ diye düşünüp önce kendini tamir ustası olmadıkça, bu döngü bizi zikzak çize çize yaşam bohçamızı yırtana kadar devam eder. Açık ve net.

Bizi Allah’a (c.c) göre konuşacağız. Birisi bir şey yaptığında, hemen Allah’a (c.c) bakıp buradaki mesajın ne olduğunu anlamaya çalışacağız. Canımız yandı ise, önce Allah’tan (c.c) doğru anlama algılama dileyip, zarar verenin en çok yardıma ihtiyacı olduğu gerçeğinden yola çıkarak eşim-canım diyerek ya da kardeşim diyerek, Peygamber (s.a.v) ahlakını takip etmedikçe yol almamız mümkün değildir. Önce ‘ben’ diyeceğiz. Evet ‘önce ben yücelmeyi seçtim, önce ben dilimi ve halimi ve halimi düzeltmeyi Yaradan’ımın (c.c) dediği, Peygamberimin (s.a.v) yaşadığı gibi yaşamayı seçtim’ deyip, şerefli ve izzetli yaşayanların safına geçtim demeliyiz. Bir şeyi yaptıran imanın gücüdür. İmanımız güçlü oldukça duruşumuz sağlam olur. Tanıdıkça sever, anladıkça iman ederiz. Yeniden, sil baştan, tanımaya, anlamaya, sevmeye ve imanımı en güçlü hale getirmeye niyet ettim. Kabul eyle, nasibim eyle ve safımı hayırlı eyle ey Rahmeti Rahman (c.c).