Her kültürün, içinde yaşayanlarca üretilen sembolleri vardır. Evlilerin yüzük takması da bu cümledendir. Toplumumuzda gençler söz ya da nişandan sonra, gönlünün dolu olduğunu yüzüğüyle ilân eder. Dışarıdan gören birisi ‘başı bağlı’ der. Şimdi moda mı oldu ya da moda haline getirmeye çalışanlar mı var bilmiyorum, evli olduğu halde yüzük takmayan beyefendiler çoğaldı. Niye? Bilmiyoruz. Takmıyor. Peki takmasa ne olur? Kendisini tanımayanları yanıltır. Kötü niyetli ise dul hanımefendileri ya da bekâr genç kızları kandırır. Hele de bir yerin amiri durumunda ise, kendini bir şey oldum zannederek, eşi dahil herkesi küçümsemeye başlar. Evde terör estirir, lavaboya bile elinde telefonla gider. Telefonu hep şifrelidir. Bekâr gibi gece geç saatlere kadar dışarılarda takılır, dar paça pantolonlar, saç boyatmalar, yeni trend giyinmeler ve kendisini daha yakışıklı hale getirecek ne varsa onu denemeler, hepsi, hanımefendilerin övgüsü ve peşinden gelmesi içindir. Takip edileni arttıkça egosu şişer ve bunu gerçek huzurun ve mutluluğun önüne geçirerek, ona ömrünü adamış, evinden kopup gelerek evini yuvası, kendisini eri kabul etmiş eşini aldatmaya kadar götürebilir.

Bunları yaparken, bu yükseklikte kalacağını zanneder. Bunun bedelinin olacağını öngöremez. Gözünü boyayan şaşalı hayatın ve çizgi dışına çıkmanın kendisini mutlu edeceğini zanneder. Oysa zanlarla amel edilmemesi gerektiğini, hayatının bereketi kaçtıkça anlamaya başlar. Evine yabancılaşan beyefendi, buz gibi tavırlarıyla derhal dikkat çeker ve kadın sezgisi devreye girerek sorgulamalar, tartışmalar başlar. Çocukların yanında olmadık tartışmalar yaşanır ve babalarının başka kadınlarla uygunsuz mesajları yakalanır. Buyurun, şimdi taşların içinden pirinçleri ayıklayalım. Ahlâkî dolulukla hareket ağırlığı kazanamayanlar, az bir rüzgârla havalanabilirler. İnsanın içi bulanırsa bakışları da bulanır.Hayat hiçbir zaman alış veriş değildir ve fakat daima veriş ve alıştır. Karşımızdakine ne verirsek, o çoğalarak geri döner ve bunlar ektiklerimizin biçilmesidir. Haram ekimden helâl hasat olmaz. Aldatanlar karşısındakine zarar vermiş gibi dursa da asıl zarar kendisinedir.

Aldatmak aslında bir imdat çığlığıdır. ‘Ben bulunduğum yükseklikte insanlığa ve imanıma tutunamadım. Aniden havalandım ve şimdi de yere çakılıyorum. Allah’a (c.c) karşı yüzüm karardı, eşimin ve çocuklarımın gözünde itibar kaybettim. Beni yakından tanıyanlar artık ne yaptığımı biliyorlar ve bana artık bu gözle bakacaklar. Ben bindiğim dalı kestim. Şükredip Allah’a (c.c) yönleceğime, şımardım ve yanlışa yöneldim’ demek istiyordur. Acilen duaya ve yardıma ihtiyacı vardır. Kullar karşısında itibarı zedelenmek, Allah (c.c) katında itibarı zedelenmekten çok daha hafif kalır.

Biz biliyoruz ki, Rabbimizin (c.c) affı sonsuzdur ve tövbe eden herkese yetişir. Fakat tövbe edip, yaptığı yanlıştan dönmek yerine, uçuruma düşme hızını artırırsa, ona artık kimse yardım edemez. Bu kötü gidişin bedeli Allah (c.c) korusun yuvanın dağılması ve ailedeki bütün fertlerin mutsuz olması olabilir.

Evli beyefendiler, lütfen yüzüğünüz parmağınızda, ahlâkınız hayatınızda, gözünüz ayak ucunuzda, gönlünüz yuvanızda ve eşinizde olsun. Evin reisine bu yakışır.