Âlemlere rahmet güzel Efendimiz!

Sonsuz salât ve selâm O’nun üzerine olsun.

Bir model düşünün! Modeli göstererek aynısını yaptırmak isterler ya sanayicilerimiz.

Teşbihte hata olmasın, Rabbimiz Teâlâ ve Tegaddes’te, kullarına bir kul örneği gösteriyor. Siz de O’na benzeyin diyor.

Keşke bu işi başarabilsek… Ne büyük bir kârımız olur değil mi?

***

Hayatımızı düşünelim. Ne idik, ne olduk?

Yaratılışımız ve yaşayışımız!

Hepsini bir süzgeçten geçirsek… Acaba ne çıkar ortaya?

O nazenin yaratılış… O ince ince işleyiş! Aman Ya Rabbi! Nasıl da yaratılmışız! Her bir âzâ, bir başka güzellik arz ediyor. İşte müthiş bir tefekkür hazinesi… Acaba bu tefekkürün neresindeyiz?

İnsan, bütün bunları düşünmeli. Hayatını bu süzgeçten geçirmeli ve onu bu eşsizlikte yaratan Rabbine yönelmeli. İşte aranan hakikat!

Tam bu arada bir örnek arayacak kendisine. “Nasıl olmalıyım, kime benzemeliyim” diye soracak kendi kendine. Onun cevabı olarak, O güzel Efendimiz çıkacak karşısına:

“Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için en güzel örnek vardır.” (33 Ahzab 21)

O’na benzemeyi hedeflerken bir gerçek daha çıkacak karşısına. Nedir acaba o? İşte cevabı:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (9 Tevbe 128)

Ne isabet değil mi? Örnek gösterilen zat, kendisine zaten çok düşkün. Onun başarısındaki sır da bu değil mi? O halde O’na benzemeye çalışanlar, Onun ümmetine de düşkün olmalıdırlar.

En güzel örneğin, en büyük sırrı burada yatıyordu. O eşsiz ve nadide insan ki, Allah’ın yarattığı bütün insanları çok seviyor ve onları “Ateşe düşmesinler diye eteklerinden tutup asılıyordu.” O, bu çabasını şöyle dile getiriyor ve ayetin ifadesini ortaya koyuyordu:

“-Benim ve sizin benzeriniz; ateş yakan, içine çekirge ve pervaneler (böcekler) düşmeye başlayınca onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın benzeri gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutup asılıyorum, buna rağmen siz, elimden kurtulup ateşe doğru koşmaya çalışıyorsunuz.” (Müslim, fezâil 19.)

Uykularını onlar için terk ediyor, çile ve ıstıraplara onlar için katlanıyordu. Yemiyor yediriyor, onlardan çok daha fazla aç kalıyordu. Müşfik bir babadan fazla onları düşünüyor, nasihatlerini tatlı ve yumuşak bir üslûpla yapıyordu. Yerine göre onlar için ağlıyor ve Rabbine kurtuluşları için iltica ediyordu. Ayrıca insanların inanıp kurtulmaları için verdiği çabada bazen o kadar ileriye gidiyordu ki, Yüce Rabbi kendisini teselli ediyordu: “Ey Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin! Eğer biz dileseydik, gökten onları zorla imana getirecek bir ayet ve alamet indirirdik de, onun karşısında hemen ona baş eğerler ve inanırlardı.” (26 Şuara 3-4)

***

O’na ümmet olmak

Biz, Rabbimize sonsuz derecede hamd ediyoruz ki, böyle bir Peygambere (sav) ümmet olmuşuz. Ama gerçekten ümmet miyiz?

O’nun ümmeti, O’na hakkıyla tabi olandır aslında. Keşke bu gayret bizde de olsa. İşte bu gerçek de şöyle dile getirilir ayet-i kerimede:

“Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (3 Al-i İmran 31)

Ama nice eksiklerimiz de olsa, “O’nun ümmetindeniz” diyoruz Elhamdülillâh! Ya O’na tabi olmayı reddedenler? İşte onun da cevabı yine Rabbimiz tarafından:

“Eğer yüz çevirirlerse; ‘Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur, O’na dayandım; O, büyük arşın Rabbidir’ de!” (9 Tevbe 129)

Evet, inananlara Rabbi yeter. Bu ise en büyük kazançtır. O’nun merhametine ne kadar da muhtacız. O Yüce Rabbimize emanet olalım…