“İnsan nasıl görür ya da görmeli?” işte bu sorunun cevabı çok uzun bir zaman diliminde ve çok önemli şahsiyetler tarafından hep tartışıldı, yorumlandı. Ne yazık ki insanoğlu hâlâ neyi nasıl ya da ne zaman görmesi gerektiğine dair ciddi hatalar içerisinde.

İnsan veyahut devletler, “insan beyniyle görür” hakikatini sadece bir mercek olan “göz” seviyesine indirdiğinde ya da beynin daha öteleri görmesini sağlayacak olan “oku” emrini ihmal ettiğinde, buna ek olarak birde tecrübeyi, tarihi bir ibret vesikası olarak göremediğinde hatalar tekrar ediyor.

Bu yazıya ilham veren mesele Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin yaşananlardan sonra Türkiye’ye karşı sergilediği tutumdur. Türkiye’nin yaptırımlarını ve Süleymaniye Havalimanı ile ilgili kararı değerlendiren Neçirvan Barzani şunları ifade etmiş; “Türkiye’nin kaygıları ciddi kaygılardır. Bu karar haklı bir gerekçeyle alınmıştır. Hükümet Başbakanı olarak bu sorunun çözülmesini istedim. Biz hem Türkiye’nin kaygılarını gidermek için hem de havalimanının açılması için çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.”

“Ah!” ve “keşke” neden hep bu coğrafyanın mutadı oldu. Anladık “düş”ünüzde gördünüz ve bir “güç” vehmine kapıldınız. Daha sonra ABD, “bu ‘düş’ü biz sizin için gerçek yaparız, yeter ki siz Türkiye’ye diklenin” dedi. Ona da kandınız.

Türkiye gerçek bir dost olarak ve kadim geleneğin gösterdiği hakikat üzerinden defalarca “yapmayın, etmeyin” dedi ama dinlemediniz.

İlla düşünce ya da düşürülünce mi görmeli insan? Eğer öyle olacaksa niye tecrübeler var. “ABD bizi sattı” gerçeğini ilk dillendiren siz misiniz? Hiç mi okumadınız Kral Faysalları, Şerif Hüseyinleri, Mehmet Ali Paşaları.

Onlar da keşke düşününce görselerdi. Ama öyle yapmadılar. Düşlerinde gördüler, uygulamaya kalktılar ama hakikat, düşünce göründü. Sonrası “Eyvah!” işte…

Sahi biz tekrar ne zaman hakikati göreceğiz; en son gördüğümüzden bu yana kaç yüz yıl geçti.

Hikmetli bir bakış için gerekli olanları tekrar yerli yerine oturtmak gerek. “Bir musibet bin nasihatten evladır” darb-ı meseli artık ters yüz edilmeli, İslâm coğrafyasında.

Her şey o kadar güzel devam ederken, bir “güç zehirlenmesi”ne ve ona bağlı olarak da birilerinin kışkırtmasına dört elle sarılmaya ne gerek vardı.

Bir hakikat bu kadar bedel ödeyerek tekrar tecrübe edilmeli miydi?

Evet, dostluklar zor testlerden geçerek kuvvet kazanıyor. Bu coğrafyanın kadim toplumları bu anlamda da çok eski tecrübeler barındırıyorlar hafızalarında. Bu sebeple 25 Eylül 2017’deki gayrimeşru referandum da hafızalardaki yerini aldı kuşkusuz.

Yani Türkiye, “bu referandum olmadı” diyemez artık. Önceki koşullara ondan bağımsız olarak dönmek elbette çok zor artık… Bu “Acaba”lı bir bakışın müsebbibi de Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimidir.

Batı böyledir; bu coğrafyadan birinin bir rüya gördüğünü ya da bir seraba takıldığını fark etmesi yeterlidir. Sonrası malum. Umut taciri Batı, ne umutlar sürdü namert pazarına. Ne yazık içimizden çıkan gafiller de bu namert pazarının tezgâhını hiç boşaltmadı.

İlmini, irfanını ve vahdetini kaybetmişler bu namert pazarının en kârlı nesneleri olmaya maalesef devam ediyorlar. Nasıl olmasınlar ki. Zira ellerinde dünyanın en kıymetli madenleri var. Bu madenlere ulaşmanın yolu da sahiplerinin uyutulmasından geçiyor.

Artık uyan Ey Müslüman ve her türlü mazlum! Uyan ki sahip çıkasın; önce kendine sonra kendindekilere…