İster hastalık, ister sapkınlık, ister tercih… Ne derseniz deyin eşcinsellik, ferdi ve dolayısıyla toplumu insanlık şuurundan uzaklaştıran nasırlaşmış bir ahlâk yarasıdır. Hiçbir şekilde mubah sayılamaz ve meşrulaştırılamaz.
Her şeyden önce meseleye bir Müslüman olarak bakma ve tartışmayı bu doğrultuda sürdürme hakkımı saklı tutuyorum. Zira bu yazıyı okuyan herhangi bir hümanist, herhangi bir eşcinsel; benim değerlerime inanmama, sübjektif doğrularımı kabullenmeme hakkına sahiptir. O yüzden mevzuun dini boyutuna değinmeyeceğim.
Eşcinsel eğilimleri hoş görebilir, homofobik insanlardan nefret edebilir, hatta bilfiil eşcinsel bir hayat yaşayabilirsiniz. Ama eğer Türkiye’de yaşıyorsanız, kusura bakmayın, homo-sempatik duygularınızı kendi özelinizde yaşayacaksınız. Gidin evinizde eşcinsel olun, gidin evinizde eşcinsel duyarı kasın. Bu ülkeyi, pislikten birkaç yüzyılda bir soyu kuruyan Batı medeniyeti(!) ile karıştırmayın. Ne propaganda yapacaksanız gidin müstemlekeci Avrupa, Amerika topraklarında yapın. Bu milletin bir ahlâk zemini, bir irfan çemberi vardır. O zemini kaydırma ve o çemberi yırtma teşebbüslerinize yol verecek değiliz.
Övüp övüp bitiremediğiniz o Batı güruhundaki eşcinsel politikacılara, sanatçılara, aktivistlere bakıp iç geçiriyorsunuz, biliyorum. Ama keşke Batı’yı biraz daha incelikli takip etseniz…
Belki bu şekilde; yıllarca birçok Batı ülkesinde nüfus artışına yönelik televizyonlarda yayımlanan erotik kamu spotlarından, çok uygun fiyatlara vatandaşlarını “romantik tatillere” gönderen devlet yöneticilerinden haberiniz olurdu.
Bakın, hâllene hâllene doyamadığınız Batı dünyası, yıllardır yaşlı nüfusun fazlalığından ötürü ağır işlerde çalışacak insan bulamıyor. Yaygın eşcinsel eğilimler sebebiyle yeteri kadar nüfus artışı da sağlayamıyor. Hatta bir dönem, sömürülen Afrika ülkelerinden damızlık erkek ithalatı(!) bile yaptılar… (Bu konuya nasipse daha sonra ve daha geniş değinme düşüncesindeyim.)
Yani meselenin iç yüzü sandığınız gibi değil. Bazı Batı devletleri, her ne kadar bu iğrençliği hukuki ve yasal temellere oturtsa da, arka planda politik açıdan eşcinselliğe sıcak yaklaşmıyor.
Durum böyle. Üstelik kullanılabilir nüfus ithalini siyasetleştiren Batı, aynı zamanda, eşcinsel aktivizmi başta Türkiye olmak üzere Müslüman ülkelere ihraç etmek hususunda uzun vadede derinlikli politikalar kurgulamaya devam ediyor.
Asırlardır, büyük kadrajda değişmeyen belli stratejileri var. Kendi sosyal yapılarının, nüfuzumuza işlendiği takdirde üzerimizde onarması güç deformasyonlar oluşturacağının her zaman bilincinde oldular. Görünür politik hamlelerin yanında toplumsal mühendislik çalışmalarını da es geçmediler. Fikrimizi, zikrimizi, kalbimizi, ahlâkımızı yonttular.
Tarih bize gösteriyor ki başarısız oldukları da pek söylenemez.
Demem o ki…
Türkiye’yi, Türk insanını, nefsinizin sizi zorladığı necis eğilimlere bulaştırmaya hakkınız yok. Bu, özgürlük veya insanlık değil. İnsana, topluma ve devlet nizamına yapılan sefil bir başkaldırı. Meydanları ve kitle iletişim araçlarını ahlâk mezbahalarına çeviremezsiniz. Devlet sıhhati ve milletin hakikat geleneği bozulduğu an; bütün hürriyetleriniz, bütün sapkınlıklarınız, bütün “piyonluklarınız” biter.
Hümanist dayatmalarınıza, adi zevklerinize saygı duymak zorunda değiliz.
LGBT gibi uluslararası örgütler aracılığıyla, fizikî emperyalizmin sacayağı olan ruh emperyalizmine ettiğiniz hizmetleri alkışlamayacağız.