Dünya Ekonomik Forumu (WEF), yaklaşık 20 senedir “Küresel Riskler Raporu” adı altında bir rapor yayınlıyor.
Bu raporda, dünya genelinde iş ve hükûmet çevreleri ile akademi ve STK’lardan katılımcılara yapılan bir anketin sonuçları yer alıyor. Katılımcılar önemli gördükleri küresel riskleri sıralıyorlar.
2024 yılı Küresel Riskler Raporu’na göre dünyayı bekleyen en büyük risk ne olabilir?
Önce şunu söyleyelim; rapordaki cevaplar hem iki yılık kısa hem de 10 yıllık uzun dönemi kapsıyor.
“Salgından beri dünya ekonomisi kötü durumda; o yüzden en azından iki yıllık dönemde ekonomi ilk sıradadır” diye düşünüyorsanız üzgünüm, yanıldınız.
Cevabınız “Avrupa’dan Amerika kıtasına kadar devletler göçlerle çalkalanıyor, ekonomi değilse o zaman göç ilk sıradadır” ise “hem kısa hem de uzun vadede göç ilk beşte bile değil” diyerek sizi bir kez daha üzeceğim.
Sözün kısası makbuldür; lafı dolandırmayalım.
Efendim, rapora göre küresel risk algısı sıralamasında ilk sırada “dezenformasyon ve mezenformasyon” yer alıyor.
Dezenformasyon asılsız bilgiyi kasıtlı bir şekilde yaymak; mezenformasyon ise istemeden, kasıt olmaksızın yanıltıcı bilgi vermek demek.
Velhasıl en azından kısa vadede, “yanlış bilgi” bir numaralı küresel risk olarak görülüyor. İkinci ve üçüncü sıradaysa ‘aşırı hava olayları’ ve ‘toplumsal kutuplaşma’ geliyor.
Daha ilginç olan, 10 yıllık vadede dahi dezenformasyon ve mezenformasyonun beşinci sırada yer alması.
Sosyal medyanın hayatımıza girdiği ilk yılları hatırlayın lütfen. Neler söyleniyordu?
İnsanlar artık özgürce iletişim kurabilecek, kendi içeriklerini üretebilecek, medya tekelleri yıkılacak, böylece demokrasi ve şeffaflık yolunda devasa adımlar atılacaktı.
Geldiğimiz noktaya bir bakın. Sosyal medyanın şekillendirdiği dünyamızda ister kasıtlı ister kasıtsız olsun, yanlış bilgi insanlığı bekleyen tehditler listesinin en başında!
Düşünsenize, yalan yanlış haber yüzünden dünyamızın bir zarara uğrama tehlikesi devletler arası silahlı çatışma, enflasyon, zorunlu göç ve hatta çevre kirliliğinden bile daha yüksek bir ihtimal olarak görülüyor.
Kim bilir; buraya kadar yazdıklarımı okuyunca belki hiç şaşırmadınız. Hatta “merak etme, zaten kötü olan her şey bizden başlıyor” diye düşünmüş de olabilirsiniz.
Ne de olsa bundan beş sene önce hep beraber, “Türkiye sahte haber ve dezenformasyonda 37 ülke arasında zirveye oturdu.” başlıklı haberler okuyorduk.
Hatırlasınız, Oxford Üniversitesi’nin 2018 yılı ‘Dijital Haber Raporu’nda, Türkiye’de yayımlanan her iki haberden birisinin yalan olduğu açıklanmıştı.
Diyeceksiniz ki 2018 Türkiye için genel seçim yılıydı. Malum, yalan haberler böyle dönemlerde zirve yapıyor.
Fakat halkın yalan yanlış haber konusundaki korkuları azalmak yerine zamanla daha da arttı.
Örneğin geçen sene yayınlanan ‘Dijital Haber Raporu’nda da yalan haberle ilgili genel manzara küresel ölçekte pek parlak değil.
Buna göre, internette gerçek ve sahte haberi ayıramamaktan kaygı duyanların oranı yüzde 2 artışla dünya genelinde yüzde 56’ya ulaşmış. Haber kaynağı olarak sosyal medyayı sıkça kullandığını söyleyenler hiç kullanmayanlara oranla çok daha fazla endişe duyuyorlar.
İşin kötüsü, önümüzdeki iki yıl içinde ABD, Hindistan, İngiltere, Meksika ve Endonezya dâhil pek çok ülkede 3 milyara yakın insan sandığa gidecek.
Seçim kampanyalarında yapay zekâ tarafından üretilip yaygınlaştırılan yalan yanlış haberler özellikle sosyal medyada havada uçuşacak.
Ne de olsa devir “üretken yapay zekâ” yani sizin için, sizin yerinize içerik üretebilen yapay zekâ devri.
Zaten 2020’de dünya genelinde bir kırılma yaşanmış, sosyal medya üzerinden haberlere erişim, doğrudan haber siteleri ya da uygulamalar üzerinden haberlere erişimi geride bırakmıştı.
O yüzden yalan yanlış haber için en kolayından formül belli: “Yaz haberi üretken yapay zekâda, ver sosyal medyaya!”
Boşuna yanlış bilgi küresel risk sıralamasında listenin bir numarasında yer almıyor…