Nereden nereye geldik. Alan Turing’in “Makineler düşünebilir mi?” sorusunu sorduğu makalesini yazmasının üzerinden şunun şurasında henüz 74 yıl geçmiş; soru üzerinde kafa yoranların 1956 yılında ilk defa yapay zekâ kavramını kullanmalarının üzerindense sadece 68 yıl…
Aman efendim, geçen süre için sakın uzun demeyiniz. İnsanlık tarihi açısından düşünüldüğünde üç ‘çeyrek asır’ kısacık bir andan başka nedir ki?
Şimdilerde hem sorduğumuz soruların sayısı arttı hem de sorular eskisinden başka bir niteliğe büründü.
Her şeyden önce, yapay zekânın ve makinelerin insan benzeri özellikler göstermeyi başarabileceklerini sorgulamayı çoktan bıraktık. Bunu çoktan başardılar ve biz de bunu kabullenmiş durumdayız.
Yapay zekâ sadece insan hareketlerini değil, suda yüzen balıkları ya da havada uçan kuşları taklit edebiliyor. Denizlerimiz su altı ve üstünde yüzebilen insansız deniz araçlarıyla, göklerimizse başka insansız uçaklarla savaşabilecek hava araçlarıyla dolu.
Şimdi başka şeyleri merak ediyoruz. İnsanoğlunun genel olarak yaptığı her şeyi yapabilen, bu yüzden ‘genel yapay zekâ’ diye adlandırılan şey bir gün mümkün olabilir mi? İnsan zekâsının üzerine çıkan bir ‘süper yapay zekâ’ yakınlarda mı? Yapay zekâ insan beyniyle buluşabilir hatta birleşebilir mi? Yapay zekâ bir bilinç sahibi olabilir mi? Makineler özgürlüğümüzü elimizden alabilirler mi?
Aslında elimizde çok uzun bir liste var ama sınırlı sayıda bile olsa verdiğimiz örneklerden siz de hemen fark etmişsinizdir; aklımızdaki soruların büyük bir kısmı insanın varoluşu ve onu nasıl bir geleceğin beklediğiyle ilgili.
Binlerce yıllık geçmişe sahip insanoğlunun, hem de kendi eliyle, kendisiyle rekabet edecek, hatta onu her alanda geçebilecek bir “şey” yaratmasının sonuçları yüzümüze çarptıkça korkmaya başladık.
Başladık derken sokaktaki vatandaşı kastediyorum. Yoksa bilimi teknolojinin emrinde gören tekno-bilimcilerin, her türlü teknolojik gelişmenin hem mümkün hem de kaçınılmaz olduğuna inanan teknoloji hayranlarının bu soruları kafaya taktıkları falan yok.
Devlet adamları, siyasetçiler, hukukçular mı dediniz? Maalesef onların teknolojinin ne olacağını belirleme kapasitesi gerçekte hiçbir zaman olmadı, bundan sonra da olmayacak. Yalnızca arkadan gelerek ortalığın hepten karışmasını, işlerin daha da kötüye gitmesini engellemeye çalışıyorlar, o kadar.
Hatırlarsınız, geçen haftaki yazımda, 14 yaşındaki oğlunun yapay zekâ yüzünden hayatına son verdiğini düşünen Floridalı bir annenin hak arayışından bahsetmiştim. İşte, “teknoloji önden, düzenlemesi sonradan gelir.” durumu budur.
Yukarıda sıraladığım sorular içerisinde belki de en kritik olanı “yapay zekâ bir bilinç sahibi olabilir mi?” sorusu.
İnsan beyninin işleyişini zaten bir bilgisayarın işleyişi gibi görenler için bu oldukça mümkün. Onlara göre, elektrikle çalışan nöronların ve sinir ağlarının oluşturduğu insan beyni, bu maddesel temelden hareketle düşünüyor ve bir bilinç oluşturuyor.
Öyleyse insanı, özellikle de onun düşünme gücünü taklit etmek için yola çıkan yapay zekâ, yeterli hesaplama kapasitesine ulaştığında bir bilince sahip olabilir. Diğer bir deyişle, yapay zekâ bir gün bizim diğer canlılardan farklı ve üstün olmamızı sağlayan şeye sahip olabilir ve insanın dünya üzerindeki ‘üstünlük tekeli’ni yıkabilir.
İnsanı insan yapan şeyin sadece beynin matematiksel hesaplama gücü olmadığını düşünenler içinse durum çok farklı.
Elbette onlara göre de dünyayı algılayıp bilmeye imkân sağlayan, biyolojik canlılığa sahip bir beden mevcut. Onlara göre de beynin gri maddeleri, nöronları ve sinir hücreleri düşünme ve bilinç için gerekli.
Fakat onlara göre canlılık denen şey gerçekte maddesel bir temeli olmayan ruhtan kaynaklanıyor. Ayrıca ruh insana sadece canlılık vermiyor; aynı zamanda ona anlayış, idrak, irade ve bilinç gibi nitelikler de sağlıyor.
Bedenden bağımsız, maddesel olmayan bir özellik olarak ruhu tanımlayanların geçmişi kadim insanlık geleneğinde çok eskilere dayanıyor.
Ruhun varlığını kabul eden İlk Çağ’da Plato, Orta Çağ’da İbn Sina ve modern dönemde Descartes gibi isimler düşünce tarihini derinden etkilemekle kalmadılar, felsefenin gelişimini de belirlediler.
Ruh kelimesi Kur’an-ı Kerim’de de 20 ayette geçiyor. Ama yapay zekâ ve insan açısından düşündüğümde ruhun dokuz farklı yerde Allah ile ilintili olarak kullanılması bana çok daha önemli gözüküyor.
Ayetlerde bildirildiğine göre Allah, Âdem’i önce çamur hâlindeki topraktan şekillendirmiş, ardından da ona “ruh”undan üflemiştir.
“Ve ona ruhumdan üflediğim vakit” (Hicr-29), “Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı.” (Secde-8) mealindeki ayetler bunun açık delilidir.
Bakara suresi 30. ayetinde Yüce Allah’ın insanı kastederek “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demesi, Hz. Peygamber’in “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” şeklindeki hadis-i şerifi de bu manada gözden kaçmamalıdır.
En azından Müslümanlar açısından insan, Allah’ın kendi suretinde yaratıp ruhundan üflediği, yeryüzünde halifesi olarak yarattığı bir varlıktır. Onu canlı, akıllı ve bilinçli yapan şey de budur. Yani 1907 yılında Dr. Duncan MacDougall’ın 21 gram ağırlığında olduğunu iddia ettiği şey…
Kabul edelim ki bu insan anlayışı yapay zekânın doğrudan tehdidi altında. Durum biraz can sıkıcı.
Oysa şarkılar söylediğimiz eski günler ne güzeldi.
Hatırlayın, sözlerini Ali Tekintüre’nin yazdığı Müslüm Gürses şarkısı ne diyordu: “Deli gibi sevmek ruhumuzda var.”
Ve keşke diyorum, yapay zekâ karşısında her zaman “Onun arabası var, güzel mi güzel/ Şoförü de var, özel mi özel/Bastı mı gaza gider mi, gider/Maalesef ruhu yok/Onun için hiç mi hiç şansı yok.” diyen Mustafa Sandal şarkısındaki gibi şanslı olabilsek.