Geçen haftaki yazımızı, teknolojik tekilliği savunanların kullandığı “Tanrı insanoğlunda malzemeden çaldı, biz daha iyisini yapacağız.” ifadesini aktararak bitirmiştik.

Gelin bu hafta, geri dönüşlerden anladığımız kadarıyla pek çok kişiye tuhaf hatta ürkütücü gelen bu ifadenin (ve teknolojik tekilliği savunanların zihinlerinin) arkasında yatan düşünce sistematiğine daha yakından bakalım.

Her ne kadar şahsen, “bildiğimiz insandan kaçış” olarak adlandırmayı tercih etsem de “kitabi” olarak bu ideolojinin adı transhümanizm.

Transhümanizm sözcüğünü oluşturan iki kelimeden “trans” ötesine geçme, “hümanizm” de insancıllık anlamına geliyor. Öyleyse ufak bir değişiklikle transhümanizmi Türkçeye “insanın ötesine geçmek” olarak çevirebiliriz.

Hemen ilave etmek gerekir ki transhümanizm kaçınılmaz olarak posthümanizme giden yolun taşlarını döşer. O yüzden bendeniz “insandan kaçış” ideolojisi içerisine hem transhümanizmi hem de posthümanizmi dâhil etme taraftarıyım. Bu çerçevede, “sonra” anlamına gelen “post” sözcüğünü içeren posthümanizmi de “insan sonrası” diye çevirmek mümkün.

Son dönemlerde ABD ve Avrupa’da giderek güçlenen transhümanizm akımı, basitçe bilim ve teknolojilerdeki ilerlemelerden yararlanarak insanı fiziksel ve zihinsel olarak “yükseltmeyi” hedefliyor.

Burada kritik kelime yükseltmek. Eskilerin tabiriyle “zurnanın zırt dediği yer” burası.

Şöyle düşünün; insanoğlu var olduğundan beri hasta oluyor. Tıp, tedavi edip hastalığın zararını onarmaya, sağlığımızı tekrar elde etmek için bedenimizin kaybolan uyumunu geri getirmeye çalışıyor.

Transhümanist akımın savunucularına göre onarmak ya da tedavi etmek gibi ilkel yaklaşımlar geride kalmalı. Bunun yerine hedef; insanı “yükseltmek”, “artırmak”, onun daha üst bir modeline geçmek olmalı!

“Peki, bu nasıl olacak?” diye sorduğunuzda transhümanizm savunucuları size gururla “Tekno-bilimler sayesinde” diye cevap vereceklerdir.

Tekno-bilim, bilimsel bilginin teoride kalmadan pratiğe dökülmesini ve bu sayede teknolojik ilerlemelerin sağlanmasını ifade ediyor. Günümüzün hızlı teknolojik ilerlemeleri bu bilimsel anlayışla ortaya çıkıyor.

Transhümanist ideolojinin en güvendiği dört tekno-bilimi “NBEB” kısaltmasıyla akılda tutmak mümkün: Nanoteknoloji, biyoteknoloji, enformatik ve bilişsel bilimler.

Transhümanizm hastalık, yaşlılık ve hatta ölüm gibi “istenmeyen durumlara” karşı, beyne yapay doku takılmasını mümkün kılan nanoteknolojilerden, DNA üzerinde “kes-yapıştır”a imkân veren biyocerrahiden, hastalıklı dokular yerine yeni canlı dokuların geliştirildiği rejeneratif tıptan, üç boyutlu yazıcılardan çıkmış protezlerden ya da yapay zekâ ve robotik gibi teknolojilerden yararlanarak üst model insana geçmek demek.

Transhümanizmi savunanların Google gibi teknoloji devleri tarafından desteklendiğini, “Singularity (Tekillik) Üniversitesi” adı altında bir üniversitelerinin bile olduğunu; hatta Google’ın, resmî hedefi “ölümü öldürmek” olan Calico isimli şirkete yüz milyonlarca dolarlık yatırım yaptığını da söyleyelim.

Luc Ferry’nin “Transhümanist Devrim” kitabında sıraladığı transhümanist ideolojinin temel özelliklerini naklederek bugünkü yazımızı sonlandıralım.

İlk olarak, transhümanizm bize sunulan kader yerine özgür iradeyle seçimde bulunmayı en uç noktalara götürür. Kötü piyango bize çıkmış, şansımıza birtakım kısıtlarla doğmuş olabiliriz. Transhümanistler bu “adaletsizliğe” karşı mücadeleyi ahlaki görev bilirler. Allen Buchanan’ın kitabının başlığı transhümanistlerin mottosudur: Şanstan tercihe.

İkincisi, transhümanistler doğanın ve doğal olan hiçbir şeyin engel olamayacağı, bu yüzden insanın biyolojik doğasını da kapsayan, sınırız bir ilerlemeden yanadır. Onlar için doğa kutsal değildir. İnsan da “doğaüstü”, “doğa-dışı” bir varlık değildir. Hem doğanın hem insan doğallığının sınırlarını ihlal edip aşmada ahlaken herhangi bir sıkıntı yoktur.

Üçüncüsü, transhümanizm hastalık, yaşlılık ve ölümle mücadele ederek bu dünyada ve bilimle kavuşulacak bir ölümsüzlük peşindedir. Diğer bir deyişle ölümsüzlük mitoloji ve dinlerin elinden alınır ve ahirete bırakılmaz, hemen şimdi bu dünyada sonsuz yaşamı sağlayacak bilimin ellerine teslim edilir. Bu nokta, transhümanizmin tek tanrılı dinlere karşı çıktığı en önemli noktayı oluşturur.

Dördüncüsü, transhümanistler çok iyimser bir teknobilimsel coşkuya ve iflah olmaz bir ilerleme düşüncesine sahiptir. İlerleme fikrini insanlığa sunan (musallat eden?) ‘aydınlanma düşüncesi’ bile onları “kesmez”.

Beşincisi, transhümanizmin rasyonelliği ‘aydınlanma’nın da ötesine geçen materyalist ve ateist bir akılcılıktır. İnsanın ruhu yoktur. Onun dinî ve siyasi inançlarını, ahlaki değerlerini, sanatsal ve kültürel üretimlerini maddi gerçeklikler belirler.

Altıncısı, transhümanizm faydacı olduğu için neoliberallerin, özgürlükçü olduğu için sosyal demokratların karşılık bulacağı çelişkili, fakat kendi içinde tutarlı bir siyasi ideolojiye sahiptir.

Yedinci ve son olarak, transhümanizm insanı diğer türlerden üstün gören “türcülüğe” karşı çıktığı için kendisini eşitlikçi ve ekolojik bir ideoloji olarak da görür. (Aklınıza hemen insanların sokak köpeklerinden daha üstün olmadığını savunanların geldiğini biliyorum)

Gördüğünüz üzere mesele oldukça derin ve netameli fakat bir o kadar da üzerinde durmamızı hak ediyor. İnşallah ileriki yazılarda fırsat buldukça bu konuyu işlemeye devam edeceğiz.