İki hafta önce Windows kullanan milyarlarca bilgisayar açılışta mavi ekran verdi. Mavi ekran, bilgisayarda yaşanan kritik bir sorunun Windows’u kapanmaya zorlaması anlamına geliyor.

Sadece ülkemiz değil; Amerika’dan Avrupa’ya, Japonya’dan Hindistan’a tüm dünya yaklaşık 20 saat boyunca bundan etkilendi.

Türkiye’de THY, ABD’de United Airlines, Almanya’da Lufthansa gibi hava yolu şirketleri uçuşlarını durdurdu. Hong-Kong, Berlin, Sydney, gibi havalimanlarında teknik sorunlar yaşandı. İngiliz Skynews kanalı yayın yapamadığını açıkladı. Denizbank ve JP Morgan gibi finansal kuruluşlar hatta Ocean Park Marriott gibi oteller bile etkilendi.

Peki, tüm bunların sebebi neydi? Aslında sebep biraz trajikomik. Windows programında siber güvenlik yazılımı güncellemesi yapılırken bir sorun ortaya çıkmıştı. Güvenliği koruyalım derken küresel ölçekte sistem çöktü.

E tabii, her şeyin bir maliyeti var. Bu “dijital kıyametin” faturası da epey ağır oldu. Zararın yaklaşık 25 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.

Olan biteni daha iyi anlamak için internetin tarihsel gelişimi, mevcut yapısı ve olası istikameti hakkında kafa yormamız gerek.

İnternetin evrimini genellikle üç aşamada incelemek mümkün.

1994-2004 arasını kapsayan Web 1.0 aşamasında kullanıcıların etkileşime geçebileceği içerikler yoktu. Bu yüzden internete katılanlar kendilerine özgü içerik üretemiyorlar sadece sunulanları “tüketiyorlardı”.

Hâlen içinde bulunduğumuz Web 2.0 ile merkezî servisler oluşmaya başladı.

Daha önemlisi, internetin bu ikinci neslinde kullanıcı topluluklarının yer aldığı sosyal ağlar ortaya çıktı.

Bu, internette tek yönlülüğün ortadan kalkması, kullanıcıların da etkinlik kazanması ve karşılıklı etkileşim demekti.

Web 2.0 internetin durağan yapısını bir anda değiştirdi.

Madalyonun bir yüzüne bakarsak her şey çok güzel. Yeni internette web sitelerine yorum yapabiliyor, Google’da işletmeleri puanlayabiliyor, tweet atarak gündem oluşturabiliyor, Instagram’da anılarımızı paylaşabiliyor, YouTube’da bir videoyla milyonlarca kişiye ulaşabiliyoruz.

Madalyonun diğer yüzündeyse işler biraz karışık ve o yüze bakan da pek yok. Yukarıda sıraladığım içeriklerin neredeyse tamamı Facebook, Twitter, Instagram gibi büyük teknoloji şirketleri tarafından, az sayıdaki merkezce kontrol ediliyor.

Bir sosyal medya ağına girmek, siz ve sosyal medya ağı arasında kalan bir şey değil. Ağın sahibi şirket, verilerinizi bir üçüncü tarafa yani reklam şirketlerine satıp para kazanıyor. Kısacası Web 2.0 döneminde internet herkesin değil, aslında büyük teknoloji şirketlerinin interneti

Bu merkezî konum sadece sosyal ağlara mahsus değil. Windows şirketi, işletim sistemi açısından bir merkeziyetçiliğe işaret ediyor mesela.

Tüm bunlara karşılık, 2010’dan sonra Web 3.0 gündeme geldi. Henüz gelişim aşamasında olduğu için tam olarak olgunlaşmamış bu yeni teknoloji merkeziyetsizliği ve veri güvenliğini öne çıkarıyor.

İnternetin geleceğini oluşturacağı iddia edilen bu web teknolojisi birçok yeni felsefe ve teknolojiyi bir araya getiriyor.

Geleceğin internetinde ‘şifreli mesaj gönderme bilimi’ çok daha fazla öne çıkıyor ve güvenli veri depolanmasına imkân tanıyan 'dağıtık defter teknolojisi’nin kullanılması mümkün oluyor. Adından da anlaşılacağı üzere bu teknolojide parçalara ayrılmış veriler merkezî bir sunucuda depolanmak yerine birden fazla ağa dağıtılıyor.

Bu sayede Web 3.0’da hem internet ve hem de uygulamalar/aplikasyonlar merkeziyetsiz hâle geliyor. Öyle olunca da kullanıcılara ait veriler Facebook, Twitter ya da Instagram gibi şirketlerin veri tabanına kaydedilmiyor; bunun yerine tüm ağa dağıtılıyor!

Unutmadan, Web 3.0’da dağıtık defter mantığının ilk kullanımına işaret eden blokzincir teknolojisi baskın şekilde kullanılacak ve işlemler muhtemelen kripto parayla gerçekleştirilecek.

Dediğimiz gibi merkeziyetsiz internet henüz olgunlaşmış değil, bu konuda hâlâ çalışmalar da tartışmalar da sürüyor.

Bazı merkeziyetsiz platformlar ortaya çıkmış durumda fakat kitleler yoğun olarak kullanmadığı için bizler de kullanmıyoruz.

Sanırım pek çoğumuzun Facebook’un merkeziyetsiz muadili Minds ve Diaspora’dan ya da Twitter’ın merkeziyetsiz muadili Mastodon’dan veyahut Youtube’un alternatifleri Minds ve PeerTube’dan haberi henüz yok. WhatsApp’ın verilerimizi tutmayan muadili Signal’in revaçta olduğunu söylemek de mümkün değil.

Evet, Web 2.0 cazibesini koruyor. Yaşadığımız krizler anlık sıkıntılar doğursa da çabuk unutuyor ve yola devam ediyoruz.

Oysa içinde bulunduğumuz internet sisteminin sınırlı sayıdaki merkeze, toplumu istediği gibi yoğurabilme gücü verdiğini unutmamamız gerekiyor. Keyifle içerisine daldığımız, sayısız saatler geçirdiğimiz az sayıdaki sosyal ağ merkezi bizi sadece o sosyal ağın değil, aynı zamanda bu sistemin doğurduğu “gözetim toplumu”nun da bir parçası hâline getiriyor.

İşletim sistemleri, yazılımlar, sosyal ağlar ve internet ne kadar merkezî kalmaya devam ederse bu sorunlarla yaşamaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.