7 Ekim’in üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Aradan geçen süre zarfında dünya devletleri ve halkları samimiyet sınavına tabi tutuldular. Kimileri Gazze’deki vahşete ve soykırıma sırtını dönüp hayatlarına hiçbir şey olmamış hatta her şey eskisiymiş gibi devam ederken; kimileri de Gazze’deki yangını söndürmek ve İsrail’in katliamlarını durdurabilmek için İsrail’in doğal destekçileri olan sözde demokrasi havarisi Batılı ülkelerle karşı karşıya gelmeyi göz alarak canla başla mücadele etmiştir.
Çok şükür ki Türkiye ve Türk halkı bu saflaşmada; haklının, mazlumun ve mağdurun yanında yer alarak bize göre insanlık adına iyi bir sınav vermiştir.
Tabii ki bazıları neden daha fazlası yapılmadı diye eleştirebilir ve bu eleştirilerinde haklı da olabilir ama bizim gördüğümüz kadarıyla Türkiye, içinde bulunduğu ekonomik zorluklar ve tehditlerle çevrili coğrafyasından kaynaklanan türlü sınamalara rağmen elinden geldiği kadarıyla sağlam durmaya ve Gazze’de bir an önce ateşkes sağlanması için çaba sarf ederek kardeş Filistin halkını tüm platformlarda desteklemeye devam etmiştir.
Haklı olduğunuza inandığınız bir davada, hedeflerinize ulaşabilmek için bazen bedel ödemeniz de gerekebilir ki Türkiye de bu kapsamda İsrail’in saldırılarını durdurabilmek için aldığı bazı kararlar nedeniyle bedel ödemeye razı olduğunu göstermiştir.
Hiçbir ülke Gazze için kılını kıpırdatmazken Gazze’de yaptıkları nedeniyle İsrail’in bir terör devleti olduğunu söyleyen Türkiye, Hamas’ın da terörist bir örgüt olmadığını ifade ederek hem içeride hem de dışarıda teröre destek vermek ithamlarıyla karşı karşıya kalmış ama buna rağmen sözünden geri dönmeyerek İsrail’in Hamas’a yönelik kurgulamaya çalıştığı algıyı yerle yeksan etmiştir.
Ödenmiş olan bedeller sadece bununla sınırlı kalmamış, İsrail’e karşı alınan pozisyonun bir de ekonomik boyutu olmuştur. Zira İsrail ile çok kısa bir süre önce ilişkilerde normalleşmiş olmamıza ve bu kapsamda Doğu Akdeniz’de her iki ülkenin de çıkarına olacak muhtemel bir enerji iş birliği beklenmesine rağmen önce bazı ürünlerde ticaret kısıtlamasına gidilmiş, ardından da ticaret tamamen kesilmiştir. Bu nedenle İsrail ile yıllık sekiz milyar dolar seviyesine çıkan ticaret hacminde sert bir düşüş yaşanmıştır.
Ayrıca Türkiye, İsrail tarafından ısrarla müzakere masasının dışında tutularak siyasi olarak da cezalandırılmaya çalışılmıştır. Buna rağmen Türkiye mütemadiyen taraflarla irtibatta kalmış ve muhtemel bir ateşkes anlaşması için taraflara telkinde bulunarak ateşkes ve barış umutlarını ayakta tutmuştur.
Gazze’deki durumu üyesi olduğu tüm platformlarda dile getiren Türkiye, bu örgütleri Gazze’deki katliamı durdurması için inisiyatif almaya davet etmiştir. Başta Türk Devletleri Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı, ASEAN, D-8 gibi Batı dışı organizasyonların yanı sıra Birleşmiş Milletler, NATO, AB ve G-20 gibi örgütlerde de konuyu devamlı gündemde tutmaya ve bu kuruluşları İsrail’in durdurulması için motive etmeye çalışmıştır.
Bu örgütlerin dışında da bazı inisiyatifler ortaya koymaya çalışan Türkiye, Gazze’deki katliamı durdurmak ve İsrail’in işlediği savaş ve soykırım suçları sebebiyle uluslararası mahkemelerde yargılanmasını sağlamak için Pakistan ve Malezya gibi ülkelerle defakto iş birlikleri geliştirmiş ve bu iş birliklerini genele yaymaya çalışmıştır.
İsrail’in bölgedeki tansiyonu yükselterek Gazze’deki savaşı önce Lübnan’a, oradan da Suriye ve mümkünse tüm bölgeye yaymaya matuf eylemlerini erken fark eden Türkiye, İsrail’in hedefinin sadece Hamas’ı cezalandırmak veya Gazze’yi ele geçirmek olmadığını; bilakis asıl niyetin, sözde vadedilmiş topraklara (arzımevut) sahip olma amacı taşıyan “büyük İsrail projesi”ni hayata geçirmek olduğunu görerek İsrail tehdidinin öncelikle Gazze’de durdurulması gerektiğini ifade eden ilk ülke olmuştur.
Hatta İsrailli siyasetçiler ve ordu yetkilileri Gazze’deki savaşın sona ermek üzere olduğunu ve yeni hedeflerinin Hizbullah olduğunu açıkladıklarında; İsrail’in Lübnan’a saldırması hâlinde Türkiye’nin müdahale edebileceği sinyalini veren Erdoğan’ın sözleri, İsrail ve arkasındaki güçleri de şaşkına çevirmiştir. Bu sözlerin blöf mü yoksa doğrudan bir tehdit mi olduğunu anlamaya çalışan İsrail medyası, her ihtimale karşı; Türkiye’nin Batı ittifakına ait olmadığı, hatta Türkiye’nin Rusya ile müttefik olduğu ve bu nedenle de NATO’dan atılması gerektiğini yazıp, yayarak Türkiye’ye zarar vermeye odaklanmıştır.
Peki, bunlar Türkiye’yi durdurmuş mudur? Tabii ki hayır.
Aksine Türkiye kendisine kurulan tuzakları bir bir defederek etrafındaki şer çemberini kırmaya başlamıştır. İsrail’in artan tehdidine karşı bir taraftan Suriye ile normalleşme adımları atarken diğer taraftan Mısır ile varılan normalleşmeyi kurumsallaştırmaya ve Mısır’ı da İsrail’in mütecaviz tehditlerine karşı desteklemeye başlamıştır.
Türkiye bir yandan Rusya ile iş birliklerini devam ettirirken diğer yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne olan saygısını tekrarlayarak asıl amacının Rusya-Ukrayna Savaşı’nı bitirmek olduğunu her fırsatta göstermiş ve İsrail’in ortaya attığı iftiraları boşa çıkarmıştır.
Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde İsrail aleyhine devam eden davalarda da etkin bir şekilde varlık gösteren Türkiye, Adalet Divanı’na Güney Afrika’nın açtığı soykırım davasına müdahillik başvurusu yapmış ve mahkemeye bölgedeki kaynaklarından elde ettiği delilleri sunarak İsrail hakkında “soykırımcı devlet” kararı verilmesi için katkı sağlamıştır.
Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne de her fırsatta çağrı yaparak İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında çıkması beklenen tutuklama kararının geciktirilmeden alınması için telkinlerde bulunmuştur.
İsrail askerlerinin işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan Beita kasabasında, ABD vatandaşı da olan Ayşenur Ezgi Eygi isimli Türk aktivisti kasıtlı olarak vurup şehit etmeleri üzerine yaptığı bir konuşmada, artık İsrail’in durdurulması gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, devamında ise “İsrail kibrini, İsrail haydutluğunu ve İsrail devlet terörizmini durduracak tek adım İslam ülkelerinin ittifakıdır.” diyerek İslam ülkelerinin de üzerlerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmelerini istemiştir. Erdoğan’ın bu çağrıları, Gazze konusunda şimdiye kadar üzerine ölü toprağı serpilmiş olan Müslüman ülkeleri harekete geçirme potansiyeli taşıdığı için İsrail ve destekçilerinde alarm zillerinin çalmasına sebep olmuştur.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da konuyla ilgili yaptığı bir açıklamada, İsrail’in Ayşenur’u kasıtlı olarak öldürdüğüne dair ellerinde yeterli delil olduğunu ve bunu BM İnsan Hakları Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı ve ilgili tüm yerlerle paylaşıp İsrail’in hukuk tanımazlığının cezalandırılması için ellerinden geleni yapacaklarını ifade etmiştir.
Bu gelişmenin hemen ardından, 13 yıllık bir aradan sonra Kahire’de Arap Ligi Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Fidan da yaptığı konuşmada, “Müslüman dünyası, Harem-i Şerif'in İslami kimliğini korumak için elinden geleni yapacaktır. Aynı ruhla, uluslararası topluma İsrail'in eylemlerini durdurması için baskı yapmak üzere ortak eylemimizi sürdüreceğiz. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)-Arap Ligi Temas Grubu, bu ortak eylemin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.” dedikten sonra, İspanya’nın ev sahipliğinde yapılan İİT-Arap Ligi Temas Grubu ile İspanya, Slovenya, Norveç, İrlanda ve Avrupa Birliği temsilcilerinin de katıldığı Filistin konulu toplantıya iştirak etmiştir.
İsrail’in Gazze’de gerçekleştirmekte olduğu soykırımın ve Batı Şeria’da işlediği suçların durdurulması için atılabilecek adımların ele alındığı toplantıda muhataplarına hitap eden Dışişleri Bakanı Fidan, “Filistin’in BM’ye tam üye olması ve daha fazla ülke tarafından tanınmasına yönelik ortak girişimlerin artırılması gerektiğini kaydetmiş ve Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhine devam eden soykırım davasına daha fazla ülkenin müdahil olması için çağrıda bulunmuştur”.
Görüldüğü üzere Türkiye, Gazze’deki katliamı ve soykırımı durdurmak için başkaları gibi oturduğu yerden ahkâm kesmemiştir. Cumhurbaşkanından bakanına kadar tüm imkânlarıyla ve bizzat sahada yer alarak İsrail’in saldırılarını durdurmak ve İsrail’in işlediği savaş ve soykırım suçları nedeniyle cezalandırılmasını mümkün kılmak için mücadele etmiş ve etmektedir.
Tüm bunları yaparken de İsrail ve destekçileri tarafından antisemitist olmakla suçlanıp susturulmak istenmektedir.
Çünkü biliyorlar ki Türkiye susarsa herkes susar.
Çünkü biliyorlar ki Türkiye de mücadele etmese başka hiçbir ülke Gazze için, Filistin için taşın altına elini koymaz.
Ama bilmedikleri bir şey var ki Türkiye haklı olduğu bir davada bırakın taşın altına elini koymayı, gövdesini koyarak mücadele eder.
Zira biz biliyoruz ki her ne kadar bugünkü uluslararası sistem soykırımcı İsrail’i koruyup kolluyor gibi gözükse de mazlum Filistin halkı elbet bir gün galip gelecek; hak ettiği özgür ve bağımsız Filistin devletine kavuşacaktır.
Aynen şair ve mütefekkir Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi;
“Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.”
Dayan Gazze, dayan Filistin. Hiç kimse olmasa da arkanda Türkiye var. Hem de taşın altına sadece elini değil, tüm gövdesini koyan Türkiye.