Ürkütücü ve rahatsız edici 1984 distopik anlatının yazarı George Orwell "Bir Fili Vurmak" isimli hikâyesinde, "Beyaz adamın zalimleştikçe yıktığı şeyin aslında özgürlüğü olduğunu anladım." diye yazar. Yirminci yüzyılın öngörülü ve çözümlemeci yazarlarından olan Orwell, bize insanlarının sömürgeci doyumsuzluğunu en veciz bir ifade ile aktarırken net bir öngörü de sunuyor. Batı adamının zulmü artıkça dünyadaki itibarının yanı sıra ülkelerindeki insanların da özgürlüklerini kaybettiği gerçeğidir.
Son olarak mazlum Gazze halkının maruz kaldığı zulmü protesto eden ABD’deki üniversite çevrelerine mensup öğrenci ve akademisyenlerle halkın maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaları hatırlayın. Üniversite mezunu gençleri diplomalarının iptali ile tehdit eden anlayış sahiplerinin, insanların emeğine ve haklarına ne kadar saygılı oldukları üzerine düşünün. Avrupa’da protestoculara uygulanan polis şiddetinin vadettiği muhteşem (!) özgürlüğü, zihninizin bir köşesine kaydedin.
Batı toplumu, Romalı atalarından itibaren kendisini ayrıcalıklı gören bir anlayışa sahipti. Özellikle, Hıristiyanlığı Romalılaştırarak dinin tartışmasız gücünü de yedeğine aldıktan itibaren zulmünü katlayarak uyguladı. Avrupa’nın tamamında, Kuzey Afrika, Maveraünnehir ile Anadolu topraklarındaki egemenliği süresince, gücü kullanarak ve imtiyazlı olduklarına inanarak acımasız bir kast sistemi uyguladılar.
Batı aydınlanması olarak tanımlanan vakte kadar, Batı’daki kast ve serf düzeni insanlarına da acımasızca uygulandı. Aydınlanmadan sonra bile derilerinin renklerinden, etnik aidiyetinden ve inançlarından dolayı insanlar dışlanmaya, hatta insan olarak kabul edilmemeye varan uygulamalara maruz kaldılar. Batı zulmü, kibriyle ve emperyalist anlayışıyla tarih boyunca paralel gitmiştir. Aydınlanmadan sonra kendilerini aydın, filozof veya bilim insanı olarak tanımlayan kişiler, halktan ne ölçüde uzaklaşırlarsa halka ne kadar yaban olurlarsa halkı ne kadar kendisinden aşağı görüp ilişki kurduğunda küçük düşürürse o ölçüde değerli ve ayrıcalıklı oluyordu. Bu tarif çerçevesinde, Batı tesirinde yetişmiş jakoben cumhuriyetin ilk ve ikinci nesli üzerine de düşünmemiz gerekiyor.
Bu arada, bu ve benzeri tartışmalarda dikkatlerden kaçırılmaması gereken temel argümanlardan biri de Batı toplumu mensuplarının kendilerini, her bakımdan başta İslam ve Doğu toplumlarına mensup insanlar olmak üzere Rus, Çin ve Japon toplumlarından daha üstün ve medenî kabul ettikleridir. Batı medeniyetinin, her bakımdan İslam medeniyetinden üstün olduğu ve İslam’ın her türlü gelişmeye mâni teşkil ettiği iddiası, bugün İslamofobi ile canlı tutuluyor.
Fransız Ernest Renan'ın, 29 Mart 1883'te Sorbonne'da verdiği "L'Islamisme et la Science (İslamiyet ve Bilim)" başlıklı konferanstan itibaren, bilim üzerinden de Müslümanlara savaş açtı (Sömürge dönemleri ve Endülüs'ü hatta Haçlı Seferlerini de unutmamak gerekir.). Aynı anlayış ve mücadele yönteminin, Samuel P. Huntington'un ''Medeniyetler Çatışması" teziyle modern zamanlara taşınması da Batının birilerini düşmanlaştırarak varlığını sürdürmesi ile bağlantılı düşünmek gerekir.
Batı medeniyetinin kendisi dışındaki bütün medeniyetlere üstün olduğu görüşü, Batı’da eğitim görmüş veya ülkelerinde Batı dilleriyle eğitim almış kişilerce kabul gören bir tez olarak dolaşımda. Batılılaşmış aydınlarımız, Avrupa medeniyetinin yerli temsilcileri olarak kulakları kirişte Batılı efendilerini dinliyorlar. Batılı efendilerine göre de Doğulu halklara mensup kişiler düşünemez ve yeterli donanıma sahip olmadıkları için de geri kalmıştır. Batı tesirindeki okuryazar aydınlarımız da aynı teraneyi sayıklıyorlar.
Batı medeniyeti, Roma İmparatorluğu'ndan itibaren üstünlük ve kibir anlayışıyla var olagelmiştir. Batı kibri fetih, işgal, soykırım, sömürge geleneği ile sınırlı kalmamış, kendisi dışındaki başka kültürleri, topluluk ve medeniyetleri küçümseyerek dışlama anlayışını gereklilik hâline getirmiştir. Roma aklı, genişleme politikaları ve fetihlerle sınırlı değil. Roma, fethettiği topraklarda barınan insanların dil, din ve etnik aidiyetine önem atfetmez; kültürel ve siyasî normlarını yürürlükte tutar ve kendi dışındakileri "öteki" ve "barbar" olarak yaftalayarak medenileştirilmesi gereken unsurlar olarak kabul eder. Bu anlayışı, tarihi boyunca muhafaza ederek Batı medeniyetinin temel ilkelerinden biri hâline getirdiler ve yüzyıllarca Avrupa'nın sömürgecilik politikalarıyla pekiştirdiler. Batı, tevarüs ettiği tarihî mirasa sadakatle günümüzde de dünya siyasetini ve çatışmaları planlamaya devam etmektedir. Üstelik bu kibrin, dinî bir dayanağı da yoktur. Ukrayna'da sürdürülen savaş ve Gazze'deki insani kriz, soykırım ve çocuk katliamı bu kibirli anlayışın günümüzdeki en acımasız, ilkel ve vahşi tezahürleridir.
Avrupalıların 15. yüzyıldan başlattığı keşiflerle yürürlüğe koyduğu sömürgecilik, dünyanın mazlum ve mağdur topluluklarının hayatlarını kökten değiştirdi. Afrika, Asya, Avusturalya ve Amerika kıtalarındaki yerli halklar, Avrupalı müstekbirler tarafından köleleştirildiler. Yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülürken kültürel değerleri ve inançları yok sayıldı. Bu süreçte Batı, medeniyetini üstün gördü ve diğer toplumları ikinci sınıf veya "insansı" varlıklar olarak niteledi. Yaşadığımız çağda bu anlayış, krizlerle ve çatışma alanlarının artırılmasıyla daha sofistike biçimlerde devam ediyor. Batının siyasî ve ekonomik hegemonyası, kültürel emperyalizmle birleşerek dünya üzerinde pek çok çatışmanın zeminini oluşturdu. Batı aklı mensupları, barıştan söz ettiğinde aslında daha büyük bir savaş ve çözümsüzlükten bahseder. Bunun son örneği de Gazze! Ekranlarda ateşkes ve insanî yardımdan söz ederlerken imha gücü daha yüksek silah ve mühimmat sevki ile soykırımcı başbakan ve savunma bakanının en üst düzeyde ağırlanması, ne ile izah edilebilir?