Dostun var mıdır kâri? Yaralandığın vakit, canın yandığı vakit yaranı saran değil canı yanan bir dostun var mıdır? Hani gözünden yaş aktığında yaşı silen değil seninle beraber yaş döken bir dosttan bahsediyorum. Sustuğun vakit bekleyenden, söylediğin vakit dinleyenden bahsediyorum. Güldüğün an tebessümünü yanaklarına düşüren değil dost dediğim benim ağladığın vakit gözünden yaş indireni söylüyorum. Bulduysan böyle bir dost inan ki dünyada yalnız değilsin. Ve bizim vaktimizdeki insanların en onulmaz derdidir yalnızlık. Teklik, tenhalık değil yalnızlık dediğim. Benim yalnızlık diye söylediğim say ki şu haldir; kanaatimce yalnız insan bir tahta masanın en ucunda tek başına içendir çayını, benim yalnız dediğim bütün bedenini titreten bir şiir düştüğünde diline söyleyecek kimseyi bulamayan, sessiz kaldığında sessizliğini duyuramayan, canı yandığında bir başka bedenin de canı yanmayandır. Aradığım derde derman değil kâri aradığım derdimi derdi sayan ben düşünce o ağlayan, ben hata edince saklayandır.

İnsan yürümeden gitmek istiyor, okumadan bilmek istiyor, bakmadan görmek istiyor, ağlamadan gülmek istiyor… Demem o ki imkânsızı istiyor insan. Bir vermeden on almak istiyor, hiç verip hep almak istiyor. Olmuyor kâri, olmuyor. Zira üstad Meriç’in dediği gibi yaşamak yaralanmaktır. Yaşamak için dahi yaralanmak gerekiyor. İşte dost bulmak ve dost olmak da zannımca bunun gibi. Yar olmak için yaralanmak gerekiyor.

İçimde öyle bir ateş, öyle bir ateş var ki kâri, hiç sönmeyecek sanıyorum. Yanıyorum lakin yakamıyorum bir parça kâğıdı dahi. “Beni yakan cümleler kâğıtları neden yakmıyorlar?” dediği noktadayım işte. Ama yazmazsam ölürüm diye vehmediyorum. Öyle zannediyor, öyle inanıyor ve öyle yaşıyorum. Ama inan ki canım yanıyor, hem öyle çok yanıyor ki. Anlıyorum yakmak için yanmak gerekiyor. Lakin ben ateşimi söndürecek bir el değil daha da yakacak bir yel arıyorum. Anlatmak için ağlamak, bilmek için kıvranmak gerekiyor. Yoksa olmuyor ve olmayacak biliyorum.

İnsan acı çekmek zorunda değil belki. Lakin bizim vaktimizde derdi olmazsa yaşayamaz biz gibiler. Dert bize derman olsa, bela bize yoldaş… O vakti biliyorum deva da bizde olur derman da. Lakin zannımca biz derdimizi kaybettik. Derde bigâne düştük bu vakte. Hani olmaz ya, sorulsaydı bize bu zamanda yaşamak istemezdik biz. Zira her şeyi olan insan hiçbir şeyi olmayandır esasında. İşte biz bu vakitte geldik bu dünya hülyasına. Bir rüyayı gerçek sandık. İnandık. Her şey etrafımızda durdu, bizim sandık. Lakin bu rüyadan bizi uyandıracak bir dost dahi bulamadık. Ve dost olamadık bu rüyadan ayılanlara.

Şimdi ve çoğu vakit sualleri katık ediyorum geceye. Soruyorum, arıyorum lakin bulamıyorum. Ve en ziyade bir gece vakti yalnız başıma yudumlarken çayı hep şöyle soruyorum;

-“Haydi, gidelim” dediğim vakit

-“Nereye?” diye bile sormadan yürüyen dost.

Neden yoksun?