Öğrendiğim en çarpıcı ifadelerden biri; “Devletler çoğu zaman kördür” olmuştur. Önce, “Bir devlet nasıl kör olur?” diyebilirsiniz… Oysa bu pek âlâ mümkün… Devletler tüzel yapılar olduğu için birçok kaynaktan beslenirler; çok farklı zihinlerden etkilenirler. Bu açık yapıdaki kaynakların ne kadarının samimi ve ne kadarının manipülatif olduğunu kestirmek ise oldukça zordur…

İşte tam da bu zorluğun başladığı noktada bir “şaşı bakma” hali oluşur. Devleti şaşı baktıranlar bir sonraki adımda, onun görmediği alanlarda icraatlarını geliştirip güç toplarlar… Ve daha sonra yeterli enerjiyi topladıkların da harekete geçerler… Bu, işin bir yönü… 

Birde şehirler kurup devletler inşa eden, medenileşen toplumların bir başka riski daha vardır. O da etrafındaki barbarlarla ya da çetelerle savaşmak zorunda kalmak… Evet, ortada mülk edinmiş, incelmiş bir medeniyetin kendisini bunlara karşı korumak gibi bir meselesi vardır yani…

Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi… Ama daha sonra devlet, bu yapılarla savaşmak üzere birlikler eğitir ve onların bulunduğu coğrafyaya gönderir… Bu birlikler, çetelerle ya da terörist guruplarla savaşırken “sertliği, katılığı” öğrenirler… Bir gün savaş bitip birlikler geri döndüğünde çok farklı bir sorun doğar; sorunu çözen hatta kahraman ilan edilenlerin sorun olduğu bir sorun… Eğer devlet, barbarlarla mücadele ederek savaşçılıklarını geliştirmiş birlikleri merkezde dengeleyecek bir irade gösteremezse bu birlikler tarafından ele geçirilebilir…

Bu, dünya devletler tarihinin çok temel bir hakikatidir… Dünyadan ve ülkemizden onlarca örnek sayabiliriz… Darbelerin/ihtilallerin ana dinamiği gibidir çünkü bu hakikat… Bu analize ulaşmak “ha” dediğinizde varabileceğiniz bir nokta değildir; genel bir bakış sağlayacağınız derin ve kapsamlı bir okuma gerektirir…

İçerden yıkılan devletlerin, başarılı ya da başarısız darbelerine bir bakalım ve birkaç örnekle de analizimizi temellendirelim o zaman…

İttihat Terakki’nin üyelerini hatırlayın; Abdülhamit’i hal eden… Kimdi bunlar. Medeni bir devletin kendisini korumak üzere Bulgar ve Yunan çetelerle savaşmak üzere gönderdiği -hatta Libya da buna dâhildir- askerlerdi. Buralarda edindikleriyle merkezi tehdit ettiler sonra da ele geçirdiler…

Peki, başka nerede gördük biz bunu… 28 Şubat’ta… Onlar kimdi? PKK’ya karşı savaşan ve orada savaşma kabiliyetini geliştiren askerler… Onlarda merkezden hak iddia ederek, orayı kendi istedikleri gibi restore etmek istedirler…

Başka nerede vardı bunlar? 15 Temmuz… Onlarda çok farklı yapılarla girdikleri kirli ilişkiler ağından kazandıklarını kullanarak, yine merkezi ele geçirmek istediler; ama hamdolsun başaramadılar…

Çok daha fazlasını yazabileceğimiz bu türden örnekler var… Fakat bu kadarı bile anlatmak istediğimizi ortaya koymaya yeterlidir…

Şimdi de benzeri sıkıntılar ABD için söz konusudur… Özellikle son yıllarda ABD iktidarında çok sayıda Irak, Suriye, Afganistan da savaşmış generalin söz sahibi olduğunu görüyoruz… Onlar da birçok kirli yapıyla ilişkiler kurdular ve bazı davranışlar kazandılar; ama savaşarak ama ittifak yaparak… Barbarlardan etkilendiler yani… Acımasız olmayı öğrendiler yani… Daha sayım mı? Yoksa yeterli mi?

Evet, bu askerler ABD’nin merkezini tehdit etmeye başladır demek istiyorum. Eğer ılımlı bir restorasyon yapamazlarsa daha sertleri de denenebilir ileride. Zira bugün iktidarda ki güçleri yadsınamaz… Radikal evanceliklerle, radikal askerlerin ittifakı gibi bir meseleden bahsediyorum…

Her medeniyet için barbarlarla savaşacak kahramanlara elbette ihtiyaç vardır; fakat kahraman olarak kalmaları şartıyla… Daha ötesi “aşırı kahramanlık” olur ki bu da, ifsada götüren aşırı yorum kadar tehlikelidir… Siyasetin doğasında taşıdığı izafiyet, kahramanlığın karşısına ihâneti koymuştur çünkü…