Dünya “adil-dengeleyici”sini kaybettiğinden bu yana adaletsizlikler artarak devam ediyor. Yani dünya uzun zamandan beri hakkaniyetli bir uzlaştırıcı arıyor.

1945’de kurulan BM (Birleşmiş Milletler) aslında kurulduğu günden beri Müslüman coğrafyalar için “gerçek” bir dengeleyici olamadı. Nedeni ise gayet açık… 5 daimi üyeden bir tanesi bile Müslümanlar’ın hakkını olması gerektiği gibi savunacak ülkelerden değil.

BM bugünkü yapısıyla artık üzeri örtülemez bir çifte-standart üreticisidir. Aslında bu türden uluslararası kuruluşlar, tarafsız olarak hareket etmek ve oluşan ihtilafları da bu zeminde çözmek üzere tesis edilmişlerdir.

BM gibi yapılar, her devlet ya da her güçlü devlet kafasına göre hareket edemesin, hakkı olanın dışına çıkamasın diye vardır.

Bu ihtiyaç ilk olarak, Osmanlı gücünü kaybettiğinde, artık zulme yeteri kadar itiraz edemeyecek noktaya geldiğinde Salih Münir Paşa tarafından 127 yıl önce fark edilmişti. BM kurulalı ise yaklaşık 64 yıl oldu.

Ama hiç kuşku yok ki onun istediği uluslararası adaleti ve dengeyi sağlayacak olan o kuruluş, BM gibi bir kuruluş değildi. Onun kastettiği, “kuvve-i câbire ve kâhireye mâlik bir divan-ı âli” nerede bir zulüm varsa ayırt etmeksizin o zulmü dindirmeliydi.

Mesela İsrail zulüm yaparken onu görmezden gelmeyecek, ABD ya da Rusya için her zeminde bir imtiyaz doğurmayacak, kısacası BM’nin kurucu üyeleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin vetosuyla adaletin önünün tıkanmayacağı yeni bir “dengeleyici”ye ihtiyaç var.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; “Dünya beşten büyüktür” derken, artık bu çifte standarda güçlü bir itirazın zamanının geldiğini işaret ediyor. Adeta bir “komedi”yi andıran bir işleyişi temsil eden BM bu yapısıyla ancak acı gülümsemelerin, ötekileştirmelerin, göçlerin, zulmün ve gözyaşlarının müsebbibi olmaktadır.

Çözüm üretmesi gereken bir yapı, çözümü yavaşlatan hatta tıkayan bir yapıya dönüşmüştür artık. BM dünyanın neresindeki mazluma çare olabilmiştir, var mıdır bir örneği?

Bosna Batı’daki çözümsüzlüğü temsil ederken Somali, Irak, Suriye, Filistin, Myanmar, Kıbrıs ve daha pek çok yer Afrika ve Asya üzerindeki kilitlenmişliğin adeta merkezi oldular. Tüm bunların sebebi elbette bir çözüm üretemeyen uluslararası kuruluşlardır.

Bu kuruluşlardan bir çözüm beklemekse artık beyhude bir bekleyiştir. Fakat alternatif yapılar üretmek de Müslümanlar’ın güçlü bir siyaset ve güçlü bir ekonomiye sahip olmasına bağlı; bu da yetmez bir ve beraber olmalarına da bağlı.

“Şey”leşmek, adeta pasif bir varlığa bürünmek artık İslâm coğrafyasının kaderi olmaktan çıkarılmalıdır.

Pro-aktif olarak ve kendi coğrafyamızın güçlü birer öznesi olarak ayağa kalkmak zorundayız.

Son 150 yıldır “adalet” beklemek zorunda kaldığımız Batı, bu konuda çok kötü bir sınav verdi, vermeye de devam ediyor.

Yaşanan zulüm ve acılar ise bir çözümü ve adaleti ivedilikle bekliyor. Zira çocukların ve mazlumların “Aah!”ı insanlığın âfâkını sarmış durumda…

Zalimden merhamet beklemek, kurttan kuzuya bakışını değiştirmesini beklemek kadar anlamsız… O sebeple, “dengeleyici bir güç” haline gelmekten başka yol da yok sanırım…