ARALIK ayının son günleriydi…

Sayın Cumhurbaşkanımızın kıymetli Başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin “28 Şubat’tan 15 Temmuz’a” adlı kitabına kavuştuk…

Türkiye’nin son yirmi yılına dair Sayın Tanrıverdi’nin siyâsî notlarının yer aldığı kitapta, ülkemizin iç ve dış politikalarına mukayeseli askerî perspektife sahip önemli analizler mevcut…

28 Şubat ile 15 Temmuz’un öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmeleri, her iki sürece de doğrudan şahit olan bir ismin süzgecinden okumak, doğrusu benim için çok kıymetliydi!

Teşekkür ederim…

***

Sayın Tanrıverdi tarafından, özellikle emekleriyle vatanımıza iç ve dış vazifelerde yer alarak hizmet vermiş birçok askerimizin dillendirdiği bir gerçeğin dillendirildiğini gördüm.

Bu gerçeği, çok değerli olduğunu düşündüğüm bir hatırayla aktarayım…

İki gün önce vefatının on dokuzuncu sene-i devriyesinde yâd ettiğimiz rahmetli Barış Manço, Fransa’da konuk olduğu bir programda sunucunun Türkleri hedef alan küstah ve mesnetsiz sözlerine şöyle son verir: “Yanınızda kâğıt para var mı?”

Birkaç banknotu eline alan Manço, sunucuya sırayla, “Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kimdir?” diye sorar.

Sunucunun cevapları, “General”, “Amiral”, “Komutan” şeklindedir…

Rahmetli bu kez kendi cebinden Türk banknotlarını çıkarıp Mehmed Âkif’i, Mevlâna Celâleddin’i ve Mimar Sinan’ı göstererek kimler olduklarını izah ettikten sonra şu son cümleyle kapatır dersi: “Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medenî insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına şairlerimizin, düşünürlerimizin, bilim adamlarımızın fotoğraflarını bastık. Sizse asıl kendiniz barbar ve vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaşan adamlarınızın fotoğraflarını basmışsınız!”

Hakikaten de, bugün dahi paralarımızda sanatçılarımızın, akademisyenlerimizin ve bilim adamlarımızın fotoğraflarını yine aynı düşünceyle bulundurmaya devam ediyoruz.

***

Darbe düşüncesi, yeryüzünde Batı felsefesine dayalı bir düşünce değil…

Doğu tarihinde de bu düşünceye dair birçok örnek var.

Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda ise, devletimizin Batı düşüncesinde ilerleme iştahı sebebiyle Garbî düşünce sistematiğinin her zümrede yoğunlaştığı görülür.

Yasama, yürütme ve yargı erkleri bir yana, doğrudan idarî ve askerî tüm bürokrasi ve savunma içerikli kurumlarımızda Batı tipi anlayış ve işleyiş hâkim olmuştur.

Tarih şahittir, Batı’nın devlet idaresindeki anlayış ve işleyiş tarzı, rahmetli Barış Manço’nun banknot resimleri hesabıyla çok daha paraleldir.

Avrupa’nın şekillenmesinde başrolü alan Barbar kavimlerin liderleri askerdir…

Hukukuyla övünülen Roma’da da asker öndedir, medeniyet düşüncesini ideal edinen Helen’de de…

Zira sahip olunan düşünce sistematiğine göre toplum zora gelmekten korkar, silahtan çekinir, hatta en kısa cümleyle ölmektense sürünerek yaşamaya razıdır…

Hatırladınız mı?

15 Temmuz öncesinde kendi televizyonlarına konuşan FETÖ’cü aşağılıklar da bunlar söylüyorlardı…

Halka “Höt!” demekten bahsediyorlardı…

“Akademisyen olmak yerine keşke bir albay olsaydım” diyorlardı…

Bu görüşe göre, halka tahakküm kurmak için adaleti ve iyiliği tesis edip selâmı yaymak yerine zorbalık ve gaspı tetikleyip kaos düzenini egemen kılmak esastır.

Derebeyliklerden bugünkü devlet yönetim şekillerine değin Batı, silahlı güçlerini kendi toplumlarının üzerinde bir korku mekanizması olarak sürekli canlı tutmuştur.

Bu yüzden sanal kahramanları dahi asker tandanslıdır.

Kaptan Amerika bir subay, Rambo bir komandodur; Superman generallerle çalışır, Batman polisle…

Hatta yeşil dev Hulk’un kayınpederi bir genelkurmay başkanıdır!

Dünyaya ihraç ettiği silahlı güç düşüncesi de aynı sistemle işler: “Egemenlerin hâkimiyetinde tehlike eşiğine gelindiğinde müdahale kaçınılmazdır!”

Ülkemizde var olan egemenlerin de halk nezdinde bir karşılıkları olmamıştır.

Ancak tahakküm kurdukları erklerle birlikte idarî ve askerî bürokrasiye tasarruf edebilmişlerdir.

Bunun için de bürokratların ve askerlerin yetiştikleri zeminlerde kendi hâkimiyet kitaplarını okutmuşlardır: “Darbe Bilgisi”…

“Darbe Bilgisi”, elbette resmî bir kaynak değil; ancak tüm kaynaklarla yerleştirilen doktrin bu!

İşte Sayın Tanrıverdi’nin bahsettiği gerçek de bu!

“28 Şubat’tan 15 Temmuz’a” adlı kitabında Tanrıverdi’nin yer verdiği notlarda, ülkemizin kuruluş yıllarında askerin politikaya müdahalesinin önüne geçmek adına yapılan hamleler ile 1938 yılından itibaren asker dâhil tüm idarî mekanizmalara “tek parti ideolojisinin” kazınmasına yönelik karşı hamlelere yer verilmiş.

Sadece darbe tarihleri üzerinden gidildiğinde karşılaşılan önemli bir detay var meselâ: Her darbe, darbe öncesindeki ortalama 10 yıl içerisinde yetiştirilen darbeci/cuntacı subaylar işlenerek gerçekleştirilmiş!

Bu noktada Kenan Evren’in, 1960 Darbesi’ne atıfla o günkü cuntacılara, kendisine yer vermedikleri gerekçesiyle nasıl sitem ettiğini hatırlayacaksınız…

15 Temmuz’a kadarki süreç bu çerçevede değerlendirildiğinde, Sayın Tanrıverdi’nin de deyişiyle, “ülkenin son elli yılına darbeci kadrolar yetiştirilerek damga vurulmuştur”.

***

Darbecilerin veya cuntacıların darbeye katılmayanlara karşı takındıkları tavırsa ayrıca düşündürücü…

Meselâ ülkenin güvenliği ve bekası için yetişen iki subaydan biri darbeci, diğeri ise değil…

Bunun üzerine darbeci, darbenin gerçekleşmesiyle birlikte darbeci olmayan subayı tasfiye etmiş!

Darbeci, darbenin gerçekleşmesiyle birlikte darbeci olmayan siyasileri, sivil toplumu, delikanlı çağındaki öğrencileri ve daha bilumum insanı tasfiye etmiş!

Sadece tasfiye etmemiş…

Mahkûm etmiş, infaz etmiş, idam etmiş!

27 Mayıs’ta işleyen düşünce, 28 Şubat’ta devam etmiş!

Gerekçe olarak gösterilense Atatürkçülük, devrim kanunları, laiklik…

Aslı var mı?

Asla!

İşkencehanelerden ikna odalarına, hücrelerden tabutluklara, idamlardan ihraçlara…

Vahşet ve barbarlık!

***

FETÖ, egemenlerin son silahıydı, düğümlendi!

Peki, darbe düşüncesi düğümlendi mi?

15 Temmuz, bu sorunun önemli karşılıklarından biridir.

Bundan sonra Silahlı Kuvvetlerimiz darbelerle anılmasın!

Ordumuz “Peygamber Ocağı”, Mehmetçiğimiz memleketimizin gözbebeği ve barışın “zeytin dalı” olarak payidar olsun!