“Bir saniyesine hükmedemediğiniz hayat için” demişti Şehit Muhsin Yazıcıoğlu…

Onlarsa bir karabasan diliminin bin yıl süreceğini, bu milletin üzerinde bin yıl hüküm süreceklerine inanmışlardı.

Bu inançla en fırıldak vesayet yöntemlerini yürüttüler.

En fırıldak zihniyetleriyle namlularını doğrulttular millete…

Yaptıklarına “darbe” dahi diyemediler ve fırıldak bir tanımlamayla “post-modern” takısı eklediler…

Zira korkuyorlardı…

Başörtüsünün oyasında, kartondan seccadelerde, isimlerde, fiillerde boğulmaktan korkuyorlardı!

Çünkü zihniyetleri kripto, anlayışları vasi, dirençleri bağnazdı.

Kurguladıkları karabasan hayâli gibi korku üzerine yürümeliydi kaos.

Bir gecede yüz binlerce insan vatana ihanet şüphesiyle değil, Kur’ân kursuna gönderdiği oğlu yüzünden işsiz bırakılsa da bir gün dahi bunun konuşulmaması gerektiğini plânlamışlardı.

Monolog bir savaş vardı ortada…

Monolog bir hücum…

İkna etmeye çalışmak bir erdem yoludur, medeniyet göstergesidir; ancak onlar ikna girişiminde dahi bulunmuyorlardı.

Bu memleketin sahibi olan millete, “Memleketin sahibi sistemdir” diyorlardı robotlar gibi…

Böylece dünya robotik devrimi konuşurken, biz robotların istilasına şahit oluyorduk(!)…

***

Milletin demokratik sillesini yeseler de uyanmadılar.

Uyku moduna geçtiler tıpkı makineler gibi…

Kulak kesildikleri borulardan bir ses bekler hâldeler her an!

Onlar milletin sesini duymazlar…

Sahiplerinin nefeslerine Sur gibi bakarlar…

Ancak hiçbir nefes, hakikatin rüzgârı gibi güçlü değildir.

***

Vesayetlerinin devamını sağlamak için direnenlerin, Nuh Nebî’ye (as) karşı inat eden sıklet sahipleri gibi tufan görmek istediklerine şahit oldukça karışık duygular yaşıyorum.

Bu milletin selinden kaçıp bir deliğe sığınacağınızı mı zannediyorsunuz?

Pensilvanya sakinleri nasıl kuburlarında rahat değillerse, siz de hayat bulacağınızı sandığınız sığınaklarınızda rahat olamayacaksınız!