“Çocukluğumu hiç yaşayamadım. Annem sürekli eksiğimi bulur, azarlar, ‘Bunu senin iyiliğin için yapıyorum’ derdi. Hiç bir şeyden memnun olmaz, ne yapsam eleştirirdi. ‘Aferin, şunu da güzel yapmışsın’ dediğini hiç duymadım. Başkalarının yanında beni küçük düşürecek sözler söylerdi. Kardeşler olarak biz hiç bir şeyi iyi yapamayacağımıza inandık ve kendimizi hiç beğenmedik. Hep başkalarına bakıp, ‘Onlar ne güzel yapıyor, biz beceriksiziz’ diyorduk. Çünkü annem bizi başka kızlarla kıyaslıyor ve onlar gibi olamadığımız için kendisinin şanssız olduğunu söylüyordu. Beni istemeye gelenlere bile şikâyet ediyordu. ‘Ben evlendiğimde asla bu acıları çocuklarıma yaşatmayacağım’ diyordum.

Şimdi evliyim ve çocuklarıma aynen annem gibi davranıyorum. Sürekli eleştirip aşağılıyor, ne yapsalar beğenmiyor, sonra da oturup ağlıyorum. Onlarda aynı acıyı yaşıyorlar ama ben kendime engel olamıyorum. Çocuklarım benimle zaman geçirmek istemiyorlar, iş yapmayı sevmiyorlar ve mutsuzlar. Çok üzgünüm, ne yapacağımı bilemiyorum.”

Zihin, taşıdığı malzemeye göre hayatın resmini çizer. İnsan hayatında iki şey çok önemlidir. Taşıdıklarımız kendimizi nasıl hissettiriyor ve bilgi dağarcığımızda hayatımızı güzelleştirecek renkli kalemlerimiz var mı? İnsan her yaşta öğrenerek kendini yenileyecek ve gerekirse sıfırdan başlayacak muazzam bir kapasiteye sahip. Bu inanç, kişinin gönlünde kanat çırpan bir duaya dönüşmüşse, o insanın yüreğinde öğrenme aşkı başlar. Kuyuya düşse bile, en karanlık zamanın, aydınlanmanın arkadaşı olduğunu ve peşinden güneşin doğduğunu görür.

Umut, dingin bir gölde yetişen nilüferler gibidir, uygun bir zemin ister. Daha iyi olabileceği inancıyla yeni bilgilere kanat çırpmak, kendine inanıp güvenmek ve sevmek, bu zeminin yapı taşlarındandır. Annelerimizin yaptıkları evet silinmez fakat anlamı yeniden çerçevelenebilir. Acımızı en aza indirecek bir anlayış kazanıp, yeni beceriler edinebiliriz. Zihnimize doğru kayıtlar yapmak için Allah’a (cc) güvenerek kavli ve fiili dualarımızla yeniden yollara düşebiliriz. Çünkü,annelerimiz gibi davranmak kader değil, seçeneksizliktir.

Anne babalar olarak bilelim ki; çocuklarımıza nasıl davranırsak öyle olduklarına inanırlar. Hep eleştirilen çocuklar, kendilerini değersiz, yetersiz ve mutsuz hissederler. Doğru bir rehberlik almazlarsa, ileride aile hayatları da zindan olur. Çünkü ilk kayıtlar, en güçlü yöneticilerdir. Şimdi soruyorum, bu yıkıcı davranışların çocuklara iyi geldiği hangi kitapta yazıyor? Çocuklarımızın mutsuz olduğunu göre göre devam etmemiz, kendimizi değiştirme cesaretimiz olmadığı için olabilir mi? Bu, bilgi tarlamızın yeşilliğini kaybediyor olması değil midir? Pişmanlık, acilen daha doğrusunu öğrenip değişmeye sevk etmiyorsa, bunun adı, arka plânda halâ haklılığına inanmak değil midir? Kendimize bakıp ‘Acaba ben yanlış mı davranıyorum?’ diyemiyorsak, bu, kibrin altında anneliğin acı çekmesi değil midir?