Dünyada geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi ne olmuştur diye sorsanız, kuşkusuz katılımcıların büyük çoğunluğu Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme anlaşması diyecektir. Zira bu anlaşma sadece iki Ortadoğu ülkesinin yedi yıllık bir aradan sonra yeniden diplomatik ilişkilerini tesis etmesi şeklinde açıklamayacak kadar çok katmanlıdır.
Anlaşmanın tarafları arasında son yıllarda yaşanan gerginlik bir yana, 2015 yılından beri Yemen’de devam eden çatışmalar, Lübnan’daki kaotik durum, Suriye iç savaşı, Irak’taki siyasi istikrarsızlık ve belki de en önemlisi İsrail-Filistin çatışmasını etkilemeye matuf bu anlaşma, üzerinde ayrıca düşünmeyi ve irdelemeyi hak ediyor.
Ancak bunlardan ayrı olarak, Çin’in bu anlaşmadaki rolünün özellikle ele alınması ve bu vesileyle Çin’in Ortadoğu politikasının arkasındaki sebeplerin anlaşılmaya çalışılması büyük önem arz etmektedir.
Malumunuz Çin, hâlihazırda ABD’nin ardından dünyanın iki numaralı gücü durumunda. Yıllardır ABD ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınarak güçlenmeye gayret ediyordu. Bunda da önemli ölçüde başarılı olduğu söylenebilir. Ama ABD’nin kendini dünyanın tek süper gücü olarak konumlandırması ve diğer yükselen güçlere alan tanımaması, Çin’in genetik kodlarında bulunan canavarın uyanmasına ve “artık ben de varım” diye haykırmasına yol açtı.
Bu haykırışın ilk somut göstergesi de ABD’nin eski arka bahçesi olan Ortadoğu’daki iki küskün aktörü, ABD’ye rağmen barıştırması olsa gerek.
Aslında ABD’nin yükselen Çin tehlikesinden haberdar olduğu ve bunu daha doğmadan boğmak için uzun süredir bir çevreleme doktrinini hayata geçirdiğini biliyoruz. Hatta bu uğurda yıllardan beri arkalarında durduğu ve güvenlik garantileri vererek ayakta kalmalarına yardım ettiği bazı Ortadoğu ülkelerine verilen desteklerin kesildiği ve eski müttefiklerin yalnız bırakıldığı gözlemleniyordu.
Çin ise, ABD’den farklı olarak Ortadoğu bölgesinde kutuplaşmayı değil işbirliğini önceleyen bir politika uygulamaya koyuldu. Bölgedeki ülkelerle ekonomik işbirlikleri yoluyla yakın ilişkiler tesis etti. Bölgesel çatışmaların tarafı olmak yerine, çatışmaların çözümlenmesine gayret eden arabulucu rolüne soyunmayı tercih etti.
Çin zaten enerji ihtiyacının büyük kısmını bu bölgeden karşılamaktaydı ve birbiriyle kavgalı tedarikçileri arasında bir seçime zorlanmak istemiyordu. Bunun için de en uygun seçenek bu tedarikçileri bir araya getirmek olacaktı. Bu sayede, ABD ve İsrail’in bölgede yıllardır kotarmaya çalıştıkları Sünni-Şii gerginliğini boşa çıkaracak ve bölgeye görece huzur ve istikrar getirebilecekti.
Bölgenin istikrara ulaşmasının Çin’e iki şekilde faydası olmaktaydı. İlki, enerji tedarikinin güvenceye alınarak sürdürülebilir büyümenin devamı, ikincisi ise Kuşak-Yol projesinin en kritik geçiş noktalarına istikrar getirerek mallarının Avrupa’ya ulaşmasını güvenceye almasıydı.
Bunun yanı sıra, ortaya çıkan yeni durum nedeniyle hem ABD’nin Ortadoğu’dan tamamen çıkıp tüm gücünü kendisine yöneltmesini engellemiş oluyor hem de ABD’nin bıraktığı boşlukları akıllıca doldurarak, ABD’nin bu bölgede yeniden taban bulmasını zorlaştırıyordu. Üstüne, asla ve kat’a çözülemez denilen bir meselede tarafları masaya oturtup anlaşmalarını sağlayarak, ABD’nin şimdiye kadar ki bölge politikalarının da sorgulanmasına yol açıyordu.
Çin’in, bu anlaşmadan yola çıkarak önümüzdeki dönemde bölge ülkeleriyle yeni angajmanlara girmesini beklemek hiç de absürt olmayacaktır. Zira ABD’nin bölge üzerindeki etkisine rağmen yıllardır çözümlenemeyen başka sorunlar da bulunmaktadır.
Çin’in başta İsrail-Filistin çatışması olmak üzere bölgedeki diğer meselelerde de inisiyatif alarak başarıya ulaşması, ABD’nin başta bu bölge olmak üzere dünya genelindeki rolünü ve gücünü zayıflatacaktır. Bu sürecin doğal sonucu olarak nihayetinde ABD’nin küresel egemenliğine son verilebilecektir.
Dolayısıyla yakın zamanda yaşanacak gelişmeler bize, yeni dünya düzeninin nasıl şekilleneceğini de gösterecektir. Bakalım Çin, dünya genelindeki mevcut ABD hegemonyasını kırıp kendine alan açabilecek mi yoksa şimdilik bu küçük başarılarla yetinip, asıl hesabı iyice güçlenip askeri olarak ABD’nin karşısına çıkacağı zamana mı bırakacak?